Raporlar muhtelif. Hasta raporundan, deli raporuna kadar bir dizi rapordan söz edebiliriz. Deli raporu, özellikle totaliter ülkelerde bazen çok işe yarar. Siyasi suçlardan hüküm giymezsiniz. Bazen de gözünüzün yaşına bakmazlar; hüküm, her zaman olduğu gibi infazdan sonra yazılır. Rapor, rapor derken, beklenen rapor da geldi. Hoş geldi. Raporlandık, tarihlenmeyi bekliyoruz. 6 Ekim İlerleme Raporu'nun 17 Aralık kararının öncüsü olduğunu biliyoruz. "Bazı durumlarda sızdırmak, açıklamaktan daha etkilidir" düsturu gereğince, rapor, medyaya sızdırıldı. Piyasalar, raporu zaten bir süredir selamlıyordu. Batı medyası sızdırılan raporu bir hayli tartıştı, şimdi geviş getiriyor. Türkiye-AB ilişkileri söz konusu olduğunda, "siyah" ve "beyaz" sürekli olarak mahcup oluyor, "gri" kazanıyor. İlerleme Raporu da bir kere daha bu gerçeği tescil etti. Bundan sonra, grinin tonlarını tartışmaya devam edeceğiz. Tahmin edeceğiniz gibi, biz, "gri"yi pek sevmeyiz. Sebebi son derece açık: Güneşe tapılan bir toplumda, ışınların kırılma kanunlarını kavramak ve kavratmak çok zormuş. Sosyologlar böyle söylüyor. "Soğuk Savaş" yıllarında ülkemizi yönetenler, bir tehdit ya da dayatma ile karşılaştıklarında, "Yeni bir dünya kurulur; Türkiye, o dünyada yerini alır!" derlerdi." Şimdi böyle bir argümandan yoksunuz. Ne yapıyoruz? Türkiye-AB ilişkilerinde ortaya çıkan iniş ve çıkışlar, büyük ölçüde: * Türkiye-ABD ilişkileri, Irak operasyonunun Türkiye'ye yönelik yansımaları, Kıbrıs problemi * Global masada ülkemize düşen yeni rol ve misyon çerçevesinde belirleniyor. Peki biz yıllardır ne yaptık? 12 Eylül 1963'te imzalanan Ankara Anlaşması'ndan bu yana raporlanıyoruz. 1980'li yılların başında, bir Dışişleri eski Bakanımız, Türkiye-AB ilişkilerini çok güzel özetlemişti: "Bu güne kadar ne Türkiye, AB'yi ciddiye almıştır; ne de AB, Türkiye'yi. Taraflar birbirini oyalamak üzere, diplomasi üretmişlerdir." Gerçekten, çok renkli coğrafyamıza yaslanarak 'jeostratejik' tabaklarda, 'jeopolitik' salatalarla yıllarca sunduğumuz perspektif şöyleydi: * Bir tutam demokrasi * Bir tutam insan hakları * Bir tutam bireysel hak ve özgürlükler * Bir tutam piyasa ekonomisi * Yeterince siyasi irade, kararınca toplumsal destek AB, bu mönüyü beğenmedi, yemedi. Son birkaç yıldır öyle gelişmeler oldu ki, tarafların birbirini ciddiye almamak gibi bir lüksü kalmadı. "Tam üyelik aynı zamanda bir medeniyet projesine entegre olmak demektir. Türkiye, AB'ye giremese de Kopenhag ve Maastricht Kriterlerini yerine getirmek, diğer ev ödevlerimizi yapmak, her zaman için ülkenin yararınadır" demeye başladık. Ülkemizi değerlendirirken kendi gözlüğümüzün yanı sıra, başkalarının gözlüğünü de takmak zorundayız. Yabancıların gözlüğüne kızma lüksümüz pek yok. AB, İlerleme Raporu aracılığıyla "sağlam senaryo", "doğru yönetmen" istiyor. Her ikisi için bir tek şey lazım. 'Sağlam zemin' yani 'siyasi istikrar'. Haydi hayırlısı...