İş âleminin temsilcileri, "Yelkenleri açtık, rüzgâr bekliyoruz" diyor. Gerçekten çok güzel ve pozitif enerji yüklü bir mesaj. Tecrübeli kaptanlara, "Gideceğiniz yönü bilmiyorsanız, hiçbir rüzgârın size faydası olmaz!" atasözünü hatırlatmak ayıp olabilir. Şaka bir yana, yatırım kararı almak ve uygulamak çok ciddi bir iş. Bugün için son derece doğru ve isabetli görünen bir yatırım kararı, bir süre sonra tam bir ayak bağına dönüşebiliyor. Emekli bir bürokrat, yıllarını özel sektöre vermiş bir yatırım danışmanı ile konuşuyorum. Değişimin şokuyla sarsılmış, yılların tecrübesi şöyle diyor: "Samimiyetle itiraf edeyim ki, vaktiyle büyük bir özen ve dikkatle hazırladığımız fizibilite etütleri, bugün yüzümüzü kızartıyor. Bizzat kaleme aldığım bazı raporlar, bana masal gibi geliyor. Geçmişin doğruları süratle iflâs ediyor." Danışman, rekabetçi sektörlerde üretim ve ihracat yapabilen bazı şirketlerimizin bir yabancı ortak ile evlendirilmesi gerektiğini söylüyor. "Evlilikten korkmayalım. Her zaman olduğu gibi damat tarafı biziz!" diyerek teselli veriyor. Yatırım danışmanı, Ankara'ya endeksli 'vizyon ve değişim' simsarlarının cazibeli, fakat ayakları yere basmayan projelerinden dert yanıyor. Finansal serbesti ortamında karşılaştığımız krizlerde çok ağır bir bedel ödediğimizi, ödemeye devam ettiğimizi vurguluyor ve ilave ediyor: "İş âlemi öğrenmiş olmalı ki, en büyük teşvik, 'makroekonomik istikrar'dır. Makroekonomik istikrarı ikame edebilecek bir başka yatırım iklimi ve teşviki bugüne kadar bulunamadı." Yatırım danışmanı haklı. Kriz sonrasında ülke, tefeciye düşmüş basiretsiz tüccar görüntüsü verdi. Peki, neden böyle oldu? Makyaj döküldü, ama kabullenmemekte direndik. Kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinin gölgesinde (ve şantajı altında!), müflis bir kamu maliyesinin refakatinde, sığ bir mali sistem ve kronik enflasyon ile yürütmeye çalıştığımız sermaye birikimi modeli çöktü. Krizler, bankalarımızı ve reel sektör firmalarımızı bilançolarında almış oldukları pozisyonlara bağlı olarak çeşitli biçimlerde yaraladı ya da telef etti. Nasıl mı? Mesela şöyle: Bir şirket, finansal istikrarsızlık ortamında, özkaynak verimini artırmak için yüksek oranda borçlanarak, bilançonun aktif ve pasif kalemleri arasında, vade ve para cinsinden (TL ya da döviz) farklı pozisyonlar almışsa, saatli bomba kurulmuş demekti. Bombanın patlama zamanını, her zaman olduğu gibi finansal çalkantı belirliyordu. Makroekonomik istikrarsızlığın kronikleştiği bir konjonktürde, bankaların aldıkları kur, faiz, likidite ve vade riskleri, bilançolarını daha da kötü hale getirdi. Fon'a devredilen özel bankalar, sistemin yükünü yönetilemez boyutlara taşıdı. Esasen sermaye yetersizliği içinde kıvranan özel bankalar ve kamu bankaları, batık kredilerin de etkisiyle sermayelerini eritmeye devam ettiler. Bankaların temel finansal rasyoları, uluslararası standartların çok gerisine düştü. Yazımızın başına dönersek, iş âleminin yelkenlerini dolduracak rüzgârın makroekonomik istikrardan kaynaklanması gerektiğini söyleyebiliriz. Aksi takdirde, yelken yırtılıyor, tekne alabora oluyor. Her zamanki gibi...