Dünya nereye gidiyor? Türkiye nerede? -Ülkenin rekabetçi sektörlerinin önündeki tehditler ve fırsatlar nelerdir? -Türkiye'yi makro düzeyde etkileyebilecek küresel trendler nelerdir? *** Geçmişte, bu sorular Ankara'yı hiç ilgilendirmedi. Küreselleşme rüzgârının insafına terk edilmiş, dümensiz bir gemiye benziyorduk. 1990'lı yıllarda, ülkenin başlıca sanayi şirketlerinin bilançolarını, faaliyet dışı kârlarla ve faaliyet zararlarıyla süsledik. Sanayi şirketleri, kendi faaliyetlerinden zarar ederken, çarpık mali sistemin sunduğu faaliyet dışı kârlarla vaziyeti idare etti. Peki, sonuç... Şubat 2001 krizinden önce, sanayi odalarının meclis toplantılarında "Beyler! Sanayici repocu oldu, rantiye oldu!" tarzında ateşli nutuklar atılırdı. Şimdilerde, üretimin ve ihracatın giderek daha yoğun biçimde ithalata bağımlı hale gelmesiyle birlikte, "Sanayici, komisyoncu oldu, fasoncu oldu!" türünden yakınmalar başladı. Sebebi son derece açık: İthalatımız 2007'de, 170 milyar dolar olarak gerçekleşmiş. 170 milyar dolarlık ithalatın, 123.6 milyar doları, bir başka ifade ile, yüzde 73'ü, ara malı ithalatı. 2007'de ihracatımız 107 milyar dolara ulaşmış. Ne var ki, toplam ihracatımız, ara malı ithalatımızı karşılamaya yetmiyor. Dolayısıyla ne oluyor? İthal girdi kullanımı arttıkça, ihracatımızın katma değer üretme kapasitesi de düşüyor. Özetle, katma değeri düşük ihracat, dış ticaret açığını; dış ticaret açığı, cari açığı besliyor. (*) *** Gelelim çözüme... Çözüm adına; "Gümrük duvarlarını yükseltelim. Sanayi, dış rekabet ve verimlilik kaygısından bağımsız bir biçimde üretimini sürdürsün. İthal ikamesine dayalı sanayileşme politikalarına dönelim. Yerli üretimi, kotalarla, gümrük vergileriyle ve kur politikalarıyla koruyalım" diyebilir misiniz? Deseniz de, başarılı olabilir misiniz? *** Sanayici ne yapsın? Maalesef, sihirli değnek yok! Bilen varsa söylesin; tenevvür edelim. ..... (*) www.iso.org.tr