Vaktiyle ülkeyi yönetenlerin vizyonunu ve ufkunu yaklaşan seçimler belirliyordu. Direksiyonda oturanların görüş mesafesi, kriz dönemlerinde, yirmi dört saatin altına düşüyordu. O günlerden uzaklaştığımızı düşünüyoruz; nüksetmemesini temenni ediyoruz. Çok değil, bundan beş altı yıl öncesinde, "Sanayici, repocu oldu!" tarzında değerlendirmeler yapılırdı. Sanayicilerimizin bir bölümü, bilançolarını faaliyet dışı kârlarla tahkim ederlerdi. Eh, fena da olmazdı! Şimdi ise, çok farklı bir gündemle güreşiyoruz. İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Tanıl Küçük Kasım 2005'te düzenlenen IV. Sanayi Kongresi'nde, The New York Times gazetesi yazarı Thomas Friedman'ın bir kitabından şunları aktarmıştı: "Günümüzün anahtar kelimeleri, verimlilik, iş birliği, rekabet ve iyi oyunculuktur. Yeterince iyi oyuncu değilseniz, saha kenarında oturup oyunu seyredeceksiniz..." Deplasman, zor... Olup biten, son derece normal. Sanayici, küresel rüzgarlara dayanabilmek ve telef olmamak için yapısal değişim istiyor. İyi bir oyuncu olabilmek için hem konjonktürel, hem de yapısal problemlerin üstesinden gelmek gerekiyor. Küresel oyuncu olmak, deplasmanda gol atmak kolay değil. Sadece sanayiciler değil, reel kesimin diğer oyuncuları da zaman zaman bazı sıkıntılarını dile getiriyor. Özel sektörümüzün müştereken dile getirdiği problemler özetle şöyle: * Başta istihdam vergileri olmak üzere, vergiler çok yüksek. Bu durum, kayıt dışı ekonomiyi ve kayıt dışı istihdamı teşvik ediyor; haksız rekabete yol açıyor. * Uluslararası standartlar dikkate alındığında enerji maliyetlerimiz taşınamayacak düzeyde. Bu iki olumsuzluk elimizi kolumuzu bağlıyor. Özel sektörümüzün tamamı değilse de, bir bölümü, özellikle de ihracatçılar ve sanayiciler yukarıdakilere ilaveten şu sıkıntıları seslendiriyor: * YTL'nin değerlenmesi, sanayiciyi hem iç pazarda, hem dış pazarda zorluyor. Sanayici ve bir kısım ihracatçı, rekabet edebilmek için ithal girdiye yöneliyor. Yerli girdi üreten sanayimiz, ithal girdi ile rekabet edemediği için, işini tasfiye etme noktasına geldi. Bu durumun sürmesi, çok önemli üretim ve istihdam kayıplarına zemin hazırlıyor. * Özellikle ithal girdilerin yol açtığı haksız rekabet, bir kısım sanayi kollarımızı tehdit ediyor. * İhracat ve istihdam kapısı olan tekstil, yüzde 11.9, konfeksiyon yüzde 12.5 ve deri yüzde 19.8 küçüldü. *** Ne var ki, yukarıda yer alan sıkıntılar, ithalatçı, ithalatı da olan, ithal girdi kullanmak zorunda olan bir kısım ihracatçı ve her şeye rağmen rekabet gücünü koruyan sanayicilerimiz tarafından aynı dozda hissedilmiyor. Küresel oyuna, küresel reçete! Sanayici için yatırım ikliminin iyileştirilmesi, çok köklü dönüşümler gerektiriyor. Çin tehdidi, kotalarla aşılamayacak kadar karmaşık ve çok boyutlu. Kâbus, mahiyet değiştirerek, 2008'den sonra etkisini daha şiddetli bir biçimde hissettirecek. Diğer taraftan, AB süreci, sağlık, çevre ve iş güvenliği gibi bazı konularda ek maliyetler getirebilecek. AB süreci fırsatları da tehditleri de birlikte sunuyor. İhracatta, ithal girdiye bağımlılığı azaltan, katma değeri yüksek, marka ürünlere yönelmek, söylenmesi kolay, fakat kısa dönemde gerçekleştirilmesi son derece güç bir süreç. Küresel sancılar, küresel reçete gerektiriyor. *** Diliyor ve umuyoruz ki, çekilen sancılar, mutlu bir doğumun ve parlak bir geleceğin habercisi olsun! Uzmanlar, "ağrısız ve az sancılı" bir doğum için egzersiz öneriyor. Ne diyelim? Egzersize devam!