Müjde! Aranan ilaç bulundu. Her türlü ekonomik probleme deva olabilecek bir iksir üretildi. -Nerede üretildi? -Ankara'nın en modern siyaset laboratuvarlarında üretildi. -Nasıl üretildi? Son derece steril bir ortamda, uzman kadroların denetiminde üretildi. Üretilen ilaç, farelerde ve ada tavşanlarında denendi; iyi tolere edildiği anlaşıldı. İlacın adı, "erken seçim." Seçimin iki tane sloganı var: Birincisi, son derece romantik "Bekledim de gelmedin, sevdiğimi bilmedin", diğeri fevkalade ürkütücü "Bir gece, ansızın gelebilirim!" Lâfı fazla uzatmayalım. Erken seçime gidersek, ne işsizlik kalacak, ne cari açık ve ne de borç. Seçim, tam bir sihirli değnek. Barajı yüzde ikiye düşürelim ki, TBMM şenlensin. Böylece "temsilde adalet" ve "yönetimde istikrar" diye tanımlanan iki hedefe birden ulaşabiliriz. Peki şimdi soralım: -"Benim işçim, benim köylüm, benim memurum, benim esnafım, benim ihracatçım" seçim istiyor mu? Hayır! Ne istiyor? İstikrar istiyor, palavra istemiyor. -"Benim hortumcum, benim rantiyem, benim demagogum..." seçim istiyor mu? -Hem de nasıl! Erken seçim, yerinde ve zamanında kullanılmak kaydıyla, demokratik bir çözüm. Tıpkı Kasım 2002'de olduğu gibi. Elbette her şey tozpembe değil, ama seçim neyi, nasıl çözecek? Belli değil! Seçim isteyenlere şunları hatırlatsak, ayıp olur mu? Herhalde olmaz. ? Harç bitti, amele paydos! Seçim sonrasında koalisyon ortakları arasında hakça paylaştırılabilecek kadar semiz, kamu bankalarımız ve KİT'lerimiz bulunmuyor. IMF'ye verilen niyet mektubunda yer alan şu ifadeler, Hükümetin ne kadar talihsiz(!) olduğunu ortaya koyuyor. "Hükümet, kamu bankalarının ticari kararlarına müdahale etmekten kaçınmaya devam edecek, Ziraat ve Halk Bankası, kanunda belirtildiği üzere bütçeye ödenek konmaksızın, herhangi bir sübvansiyonlu kredi uygulamasına gitmeyecektir." Bilindiği gibi, vaktiyle koalisyon hükümetleri, kamu bankalarını paylaşırlarken çok çetin pazarlıklar yaparlardı. Hükümetin, kamu bankalarının kredilerini, piyasa şartları dışında, 'görev zararı' adı altında kullanarak, bir taraftan bütçe dışı harcama yapma ve bütçe açığını küçük gösterme, diğer taraftan popülizm yapma lüksü de kalmadı. Aslında, seçimden sonra, yeni KİT'ler kurarak, kamu bankalarının kredilerini pompalayarak, maaş ve ücretlere kaynağı olmayan zamlar yaparak, tarım kesimine yönelik destekleme alımlarını artırarak, yani kamu açığını tırmandırarak, hormonlu bir biçimde büyüyebiliriz Ne var ki, kaynak dağılımı ve bölüşüm süreçlerine popülizm ile yön vermek artık mümkün değil. IMF'ye verilen niyet mektupları, ekonomiyi felç eden popülist hormonları temizlemeyi öngörüyor. 2001 yılında yapılan değişiklikle birlikte, Merkez Bankası, Hazine'ye 'kısa vadeli avans' açamıyor. Yani? Yanisi şu: Hükümet, banknot matbaasına kumanda edemiyor. Seçim öncesi Koalisyon Hükümeti'nin Derviş'li dönemini saymazsak, bu Hükümet, özerk ve avans açamayan bir Merkez Bankası ile çalışan ilk hükümet. Hükümetin sosyal güvenlik kuruluşlarının fonlarını çarçur etme imkanı yok. Sosyal güvenlikte deniz bitmiş durumda. Geçmiş iktidarlar döneminde, neredeyse ikinci bir bütçe cesametine ulaşan bazı "bütçe dışı fonlar" ya da "dipsiz kuyular" bu hükümet tarafından kullanılamıyor. Hükümet, bizim yıllardır alışageldiğimiz siyasetin alanını daraltan, bir dizi yeni özerk kurul ile çalışmak zorunda. *** Sandığı özleyenlere ya da özlemiş gibi yapanların dikkatine arz olunur: Türkiye, bir istikrar programı uyguluyor. İstikrar programları, bir öncelikler listesidir, her derde deva, hiçbir yan etkisi olmayan şifalı ot değildir. İstikrar programlarını eleştirmek çok kolaydır, ama uygulanabilir alternatif üretmek sanıldığından çok daha zordur. Haksız mıyım?