İstanbul'da bir marka konferansı toplandı. Bir yazar, ilginç bir alıntıyla konferansı TV'de yorumladı, köşesine taşıdı. Öğrendiğimiz kadarıyla, İngiliz imaj uzmanı Simon Anholt'un, Türkiye'nin AB'deki imajını değerlendirirken kuyuya attığı taş şöyleydi: "Uzayda, ışığı tükenerek ölen bir yıldız, aradaki kozmik uzaklıklar nedeniyle, yıllar boyunca dünyaya ışığı sürüyormuş gibi aldatıcı yansıma yapar... Artık olmayan bir yıldızı hâlâ varmış gibi görürüz... Işığı tükenerek tarihten yok olmuş Osmanlı imajı da hâlâ AB ülkelerinde sürmekte. Bugünkü Türkiye, o eski Osmanlı gibi sanılmakta." Ülke ve şirket imajı konusunda danışmanlık hizmeti veren uzman, tavsiyede bulunmayı da ihmal etmiyordu: "Bu gerçeği görmek ve imajınızı değiştirmek zamanıdır." Kuyuya atılan böyle bir taşı çıkarmaya çalışmak gereksiz bir çaba olur. "Zırva, tevil götürmez!" diyerek de işin içinden sıyrılabilirsiniz. Ne var ki, Osmanlı'ya kapitalist ve seküler bir teleskopla baktığınızda, böyle bir taş, son derece normaldir. İmaj uzmanının sözlerini okuyunca, doğrusu çok etkilendim. Üzüldüm, sevindim, sinirlendim, karmakarışık duyguların istilasına uğradım. ? Sanal mı, gerçek mi? Anholt, Osmanlı'nın ışığının söndüğünü vurguluyor, fakat Osmanlı'nın yansıttığı ışığın hangi kaynaktan neş'et ettiğinin farkında olmadığı anlaşılıyor. Avrupa halklarını bilemem, ama tepedeki sömürgeci Haçlı zihniyet, ışığın sanalı ile gerçeğini ayırt edebiliyor. Kilise ve kilisenin adaletini simgeleyen engizisyon kafası, Osmanlı'nın ışığından gerçekten çok rahatsız oldu. Osmanlı'nın ışığı yeni Galile'ler üretebilirdi. Papa tanrının vekiliydi, buna Vatikan karar veriyordu. Osmanlı'ya rağmen böyle bir tiyatronun sürmesi mümkün değildi. Haçlı kafası, Viyana'daki katedralin çanını Osmanlı'nın bıraktığı topları eriterek imal etti. Fransa'da 'croissant' denilen ay çöreği, Devlet-i Aliyye'nin Viyana muhasarasından sonra dünyaya yayıldı. Fırıncılar, şehirlerinin Türklerden kurtuluşunu hilâl biçiminde çörek yaparak kutladı. Böylece, Osmanlı'nın hilâlini işkembeye indirmek mümkün olabildi. İmajımızı nasıl değiştireceğiz? 1932'de Keriman Halis'in Dünya Güzellik Kraliçesi seçilmesinin ardından Türkiye, iki kere daha "Miss World" çıkarmanın mutluluğunu yaşadı. Dönemin gazetelerinin ilk sayfaları, 'Türk kızı cihan güzeli' haberleriyle dolduğunda, imaj problemini çözdüğümüzü zannetmiştik. Güzellerimiz, 1989 ve 2002 yıllarında da ülkelerine taçlarıyla döndüler. Demek ki bunlar da yetmemiş, yıllarca boşuna uğraşmışız. İmaj engelini aşmak için, her şeyden önce İstanbul'un silüetini değiştirmemiz lazım. İstanbul'un o muhteşem silüetini hançerleyen gökdelenleri teşvik etmeliyiz. İmaj parlatma ve sanal ışıkları ortadan kaldırma kapsamında, bazı kurumlarımızın "Mimar Sinan", "Sütçü İmam", "Osman Gazi", "Nene Hatun" gibi isimler ile başlayan levhalarını derhal kaldırmaları gerekiyor. Liste uzatılabilir. Haspanın derdine bak! Vaktiyle bir sıpa, imajını değiştirmeye karar vermiş. Zavallının niyeti, tilkiye benzemekmiş. Kulaklarını bir miktar kısalttırmış. Geçirdiği estetik operasyondan sonra annesine sormuş: -Nasıl olmuş, tilkiye benzeyebildim mi? Annesi, büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntüyle, şöyle diyebilmiş: -Sevgili oğlum, sen artık eşek bile değilsin! *** Şaka bir yana, imajımızı düzeltelim, ama maskara olmadan...