Nerede o eski siyasetler! Bir eski milletvekilimize göre, siyaset, şimdiden sonra "havası kaçmış gazoz lezzetinde" devam edecekmiş. Demek ki, siyaset gurmeleri artık geğiremeyecek. Gerçekten, bizim yıllardır alışageldiğimiz siyasetin alanı giderek daralıyor. IMF denetimini kanıksadık; Avrupa Birliği (AB) ile müzakereler başladıktan sonra, AB Komisyonu tarafından da izleneceğiz. Her iki kurumun, ekonomiye ilişkin gözden geçirmelerinin, altı aylık dönemler halinde gerçekleştirilmesi planlanıyor. IMF destekli yeni bir ekonomik program için hazırlıklar devam ediyor. Programın öncelikleri değişmiyor, şöyle sıralanıyor: * Enflasyonu kalıcı bir şekilde düşürmek * Kamu borç stokunu azaltmak * Ekonomide sürdürülebilir büyüme ortamını tesis etmek Borç stokunun çevrilebilir olması ve risk primi üretmemesi, 2005'in gündeminde de ağırlığını hissettiriyor. Borç yönetimi reçetemiz, 2004 reçetesinin kopyası: * İstikrarlı büyüme ve düşük enflasyon * Hedeflenen düzeyde faiz dışı fazla * Reel faizlerin düşmesi * Kur riskinin taşınabilir düzeyde olması Ekonomi yönetimi, Gayri Safi Milli Hasıla'nın %6.5'i kadar 'faiz dışı fazla' elde etmek zorunda. 'Faiz dışı fazla' demek, harcamaları kısmak, vergileri artırmak demek. Her ikisi de yeterince sevimsiz! Yorgan gitti, kavga bitti mi? 2001 yılında yapılan değişiklikle birlikte, Merkez Bankası, Hazine'ye 'kısa vadeli avans' açamıyor. Yani? Yanisi şu: Hükümet, banknot matbaasına kumanda edemiyor. Seçim öncesi koalisyon hükümetinin Dervişli dönemini saymazsak, bu hükümet özerk ve avans açamayan bir Merkez Bankası ile çalışan ilk hükümet. Hükümetin sosyal güvenlik kuruluşlarının fonlarını çarçur etme imkanı yok. Sosyal güvenlikte deniz bitmiş durumda. Geçmiş iktidarlar döneminde, neredeyse ikinci bir bütçe cesametine ulaşan bazı "bütçe dışı fonlar" ya da "dipsiz kuyular" bu hükümet tarafından kullanılamıyor. Hükümet, bir dizi özerk kurul ile çalışmak zorunda. IMF'ye verilen niyet mektuplarında yer alan şu ifadeler, hükümetin ne kadar talihsiz(!) olduğunu ortaya koyuyor: "...Hükümet, kamu bankalarının ticari kararlarına müdahale etmekten kaçınmaya devam edecek, Ziraat ve Halk Bankası, bütçeye ödenek konmaksızın, herhangi bir sübvansiyonlu kredi uygulamasına gitmeyecektir..." Bilindiği gibi, vaktiyle koalisyon hükümetlerinin ortakları, kamu bankalarını paylaşırlarken çok çetin pazarlıklar yaparlardı. Hükümetin, kamu bankalarının kredilerini, piyasa şartları dışında, 'görev zararı' adı altında kullanarak, bir taraftan bütçe dışı harcama yapma, bütçe açığını küçük gösterme, diğer taraftan popülizm yapma lüksü, buharlaşmış durumda. Yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan... Yaşanan krizler, özel kesimin en büyük sanayi şirketleri de dahil olmak üzere, bankacılık sektörünün de sermayesini eritti. Kaynak üretebilmek için büyümek lazım, büyümek için kaynak lazım. Tam bir kısır döngü. Kısır döngüyü kırabilmek için yapılması gerekenleri bir kere daha hatırlayalım: * Borç stokunun vadesini uzatmak, reel faizi düşürmek, reel kesime orta ve uzun vadeli finansman sağlamak. * Verimlilik ile beraber, ihracatın büyümeye olan katkısını artırmak. * Sıcak para değil, direkt yabancı sermaye çekmek. Kısa vadede, üçünü de harekete geçirebilmek pek kolay görünmüyor.