Atış serbest! Sonbaharın yaklaşmasıyla beraber, 3 Ekim'e endeksli senaryolar da esmeye başladı. Derdimiz, belli. Büyüme hız kesse de, cari açık, tahmin edildiği kadar gerilemiyor. O zaman bir tek yol kalıyor. Cari açıktan kurtulmak için galiba kriz çıkarmak zorundayız. Sadece cari açık ile krizi patlatamıyoruz. Kriz denilen yangını başlatabilmek için, bir dizi başka faktörün devreye girmesi lâzım. Uzun lâfın kısası, cari açığımızı finanse edenleri iyice ürkütmek gerekiyor; mesela "Taş düşebilir, ayı çıkabilir!" diyoruz; yutmuyorlar. Aslında gerekli şartları sağlarsak, daha düşük bir cari açık ile de kriz çıkarabiliriz. Ekonomi, 2002, 2003 ve 2004 yılları itibariyle, özel sektör kaynaklı verimlilik artışı ve ertelenmiş talebin sürüklediği dinamiklerle hızlı bir büyüme sergiledi. 2005 yılının ilk yarısında, verimlilik artışında bir gerileme ile beraber, hız kesen bir büyüme ile yüzleştik, ama yan ürün olarak 13.5 milyar dolara ulaşan bir cari açığımız var. Son bir yıllık cari açık, 19.2 milyar dolara dayanmış durumda. 2005 sonunda açığın 21-23 milyar dolara ulaşacağını öngören tahminler havada uçuşuyor. Cari açık/milli gelir oranı, yüzde 6'yı, yani kritik sınırı gagalamaya başladı. Ürkütmeyelim! Böyle bir gündemde, kafaları tırmalayan başlıca sorular özetle şöyle: * Şimdilik geçerli olan olumlu trendler devam eder mi? * Açığımızı finanse edenler ne zaman ürkerler? * Ürktükleri zaman ne olur? Kriz olur mu? Peki, at sineği gibi bizi sürekli sortileyen bu sinir bozucu soruları gündemden silmek için ne yapabiliriz? Maalesef bu sorulara bir dizi senaryo haricinde, kesin ve tatmin edici cevaplar veremiyoruz. Cari açığı tartışmak demek, büyümenin finansmanını yani sürdürülebilirliğini tartışmak demektir. Cari açığı finanse edenler, uzun vadeye yayılan bir perspektifi benimserler, ekonomiye güven duymaya devam ederlerse, ekonomi daha yüksek bir cari açığı sarsıntısız bir biçimde kaldırır ve büyümeye devam edebiliriz. Ne var ki, belli bir kritik eşik aşıldıktan sonra, cari açık, bir saatli bombaya dönüşüyor ve bu saadet zinciri kopabiliyor. Sürdürülebilir olmayan ve ileride yeşerebilecek bir krizin tohumlarını eken ve krize toslayan hormonlu bir büyümeyi alkışlayamıyoruz. Çözüm var mı? Eskiden olduğu kadar kuvvetli olmasa da, "kur artışı-enflasyon" ilişkisi, etkisini hâlâ hissettiriyor. Dolayısıyla, açığın genişlemesinde baş rolü üstlenen ucuz ithalat, enflasyondaki düşüşe katkıda bulunuyor. Düşük döviz kurundan gerçekleştirdiğimiz ithalat sayesinde, bir taraftan enflasyonu düşürüyoruz; diğer taraftan hem büyüyoruz, hem de bir kısım ihracatçıya (özellikle otomotiv ve elektronik sektörlerinde) ucuz ithal girdi (hammadde ve ara malı) sağlıyoruz. Cari işlemler açığını bir saatli bombaya dönüştürerek risk primi üretmek ve ekonominin temel aktörlerinin ufkunu karartmak istemiyorsak, ne yapmalıyız? Cari işlem açığındaki genişlemeden iç talepte ve ithalattaki artışı sorumlu tutuyoruz. İthalatı dizginleyebilmenin birtakım kısıtları olduğunu unutmamak gerekiyor. Cari açıktan kurtulmanın yolu büyümenin finansmanını değiştirmekten geçiyor. Büyümenin finansmanını değiştirmek, söylemesi son derece kolay, fakat kısa ve orta dönemde hayata geçirilebilmesi zor bir çözüm. Sihirli değneğimiz yok, Mali disiplini sürdürmek, borç dinamiklerini iyileştirmek, ihracat ve turizm gelirlerini artırmak ayrıca direkt yabancı sermaye yatırımı çekmek zorundayız. Cari açıktan kurtulmak için kriz çıkarmak gerekmiyor.