Bindiğim taksinin, radyosuna kulak kabartıyorum. Akademik unvanlı iki uzman, hararetli bir biçimde, Davos toplantılarını tartışıyor. Biri, şöyle diyor: -Ecevit olsaydı, kesinlikle Davos'a gitmezdi; kimseyi de göndermezdi. Diğeri, tasdik ediyor: -Evet, gitmezdi. Zaten, kendi döneminde de gitmedi. *** Tut kelin perçeminden! Şoföre, konuşulanların gerçeği yansıtmadığını, Ecevit'in, son derece donanımlı bir kadro ile, Ocak 2000'de, Davos'a gittiğini söylüyorum. İkna olmuyor, inanmak istemiyor, ama biraz daha bastırınca, "Adamı kandırmışlardır, abi" diyor. Konuyu kapatmak için, "Tavşan, Davos'a küsmüş, Davos'un haberi olmamış!" diyorum. Şoför, biraz geriliyor, ama daha sonra kahkahayı basıyor. Davos'un... Gelelim detaylara.. Ecevit, Rahşan Hanım ile birlikte, Zürih'ten Davos'a trenle gitti. Toplantılardan çok memnun olduğunu, keyif aldığını, medyaya ve yakınlarına defalarca anlattı. Davos'a, "Türkiye'ye yatırım yapın!" sloganıyla gidiyordu. Bu amaçla, yatırım yapılabilecek alanları özetleyen bir broşür hazırlanmıştı. Hükümet, 1999 yılında, özelleştirme ve tahkim düzenlemesi kapsamında, bir dizi anayasal değişikliği başarılı bir biçimde gerçekleştirmişti. Ecevit, tahkimle ilgili tüm düzenlemeleri, seyahatten önce bitirmek istiyordu. Kısmen de olsa, hedefine ulaştı.(*) Davos'ta, yabancı yatırımcılara Türkiye'yi tanıtan sunumlar yapıldı. 2000 yılı başında yürürlüğe giren IMF destekli istikrar programının detaylarına da yer verildi. Ne var ki, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri, Başbakan Ecevit'in Davos ziyaretini hançerleyen, iki sevimsiz kilometre taşı gibiydi. Ecevit, tahkim yasasına ilişkin çabaları dolayısıyla çok eleştirildi. Küresel sermayeye ve emperyalizme boyun eğmekle itham edildi. Davos'a gitmek, küreselleşmeye esir olmak anlamına gelmiyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi, küreselleşme denilen süreç, tek başına bir büyüme ve kalkınma stratejisi değil, ama her türlü büyüme ve kalkınma stratejisinin, küreselleşme kasırgasını dikkate alması gerekiyor. Turgut Özal'dan bu yana, tüm hükümetler, Davos'u ihmal etmedi; edemedi! Geçmiş yönetimler, İsviçre'nin bir dağ kasabasında gerçekleştirilen etkinlikleri, ülkeye direkt yabancı sermaye çekebilecek, bir manivela olarak gördüler. Ne yazık ki, sonuç, pek parlak olmadı. Haberi olmamış! Biraz geriye uzanalım ve şöyle bir düşünelim: *Borç batağına saplanmış, kamu maliyesi müflis, *"Konsolidasyon ve moratoryum" dedikodularının gölgesinde nefes almaya çalışan, *Kronik enflasyon ile, 30 yılı aşan seviyeli beraberliği olan bir ekonomi, geleceğe yönelik olarak ne söyleyebilir? Dolayısıyla, ne olur? Yabancılar, her zaman ki gibi, "Türkiye, Doğu ile Batı arasında köprüdür. Çok büyük potansiyeliniz var!" gibisinden beylik lâflar ederler, sırtınızı okşarlar, ama avucunuzu yalarsınız! Türkiye'yi yönetenler, 2003'ten bu yana düzenlenen uluslararası toplantılarda, eskiye kıyasla, çok daha dik bir duruş sergilediler. Şimdilerde, direkt yabancı sermaye de çekebilen, çok daha sağlam bir ekonomi ile arz-ı endam ediyoruz. Cari açık ve yüksek reel faiz gibi problemleri aşabilsek, enflasyonu kalıcı olarak düşürebilsek ve fiyat istikrarı sağlayabilsek, Davos'un buzlu toprağına daha sağlam basarız. 2007'de, Cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçimler, Türkiye'nin AB perspektifi ve Kuzey Irak'a yönelik riskler, ufkumuzu daraltsa da, 2008'in daha iyi olacağını umuyoruz. *** (*) Önce, 4501 sayılı ve 21.1.2000 tarihli "Kamu Hizmetleri ile İlgili İmtiyaz Şartlaşma ve Sözleşmelerinden Doğan Uyuşmazlıklarda Tahkim Yoluna Başvurulması Halinde Uyulması Gereken İlkelere Dair Kanun", daha sonra 4686 sayılı, 21/6/2001 tarihli "Milletlerarası Tahkim Kanunu" çıkarıldı.