Türkiye'nin iç borçlarını konuşmaya başladığınızda ve "Reel faiz neden hâlâ bu kadar yüksek?" diye sorduğunuzda, önünüze hemen sevimsiz bir kavram sürerler: Risk primi! Bir dizi olumlu gelişmeye rağmen, piyasa oyuncuları ve derecelendirme kuruluşları, ekonomi hakkında "kırılgan iyileşme" (fragile recovery) değerlendirmesi yapıyorsa, o zaman bir risk primi oluşuyor demektir. Ülkemizin risk priminin önemli bir bölümünü, bulunduğumuz coğrafya belirliyor. Ekonomik ve finansal riski gerilese de, politik risk, kuyruğu dik tutmaya devam ediyor. Makroekonomik hedefleri tutturduğumuzda, Türkiye'nin iç borç dinamiklerinde (vade, reel faiz, borç stoku/Gayri Safi Milli Hasıla gibi kritik göstergelerde), tedrici bir iyileşme sağlayabiliyoruz. Böyle bir iyileşmeyi küçümsemiyoruz. Ne var ki, bir olumsuz dış ya da iç şok durumunda, ani ve hızlı bir kötüleşmenin sinyallerini hemen alıyoruz. Dolayısıyla, büyük bir borç stokunu, kısa vadeye yoğunlaşarak, yüksek bir reel faizle döndürerek problemi çözemiyoruz. Kendimizi, yeniden "borç-faiz-borç" sarmalının içinde buluyoruz. "Siyah"tan "gri"ye geçtik, ama... Enflasyon, büyüme, faiz dışı fazla/GSMH gibi hedeflerin tutturulması, nominal faiz oranlarının düşmesi, kur riskinin taşınabilir düzeyde olması, borç yönetiminin kredibilitesini artırdı. Sağlıklı borçlu olma yönünde önemli adımlar attık, fakat kalıcı bir düzelme sağlayabilmiş değiliz. Diğer taraftan, "kırılgan iyileşme" (fragile recovery) korosuna göre: AB'den müzakere tarihi alınsa bile, İlerleme Raporu'nda dile getirildiği şekilde "ucu açık" süreç boyunca, "Taş düşebilir, ayı çıkabilir!" türünde birtakım riskler algılanıyor. Petrol fiyatlarının tırmanması tedirginlik doğuruyor. Cari açığın bir saatli bombaya dönüşerek, döviz cinsinden ve dövize endeksli borçlar için tehdit oluşturabileceği dile getiriliyor. Mali sistemin omurgasını oluşturan bankaların aktiflerinde eskiye oranla azalma trendine girmiş olsa da, iç borçlanma kağıtları, ağırlığını koruyor. Beklentilerin olumsuza dönmesi, halinde, bankaların faiz, kur, likidite ve vade risklerini artırarak, kırılgan bir finansal yapı oluşturabileceği vurgulanıyor. Sosyal güvenlik açıklarının yüksek düzeyini koruması, risk primini tırmandırıyor. Faiz, vergiyi ham yapıyor! 1990 yılında toplanan her 100 TL'lik vergi gelirinin 32 TL'si faiz ödemek için kullanılırken, 1999 yılında bu rakam 72 TL'ye yükselmiş. Şubat 2001 krizinden sonra vergi gelirlerinin tamamını yutmuş, ama yine doymamış, rakam 115 TL'ye çıkmış. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın geçen hafta açıkladığı verilere göre, 2004'ün sekiz ayı dikkate alındığında, vergi gelirlerinin %63.9'u borç faizine gidiyor. Yıl sonu itibariyle, % 58.3'e düşürülmesi planlanıyor. 2004 yılında faiz giderlerinin GSMH'nın %13.8'ini oluşturacağı tahmin ediliyor. 2005 için aynı oranın %11.7'ye düşürülmesi hedeflenmiş. *** Özet olarak, borç dinamikleri söz konusu olduğunda, "iyileşme tedrici," ama bir kriz ortamında "bozulma, çok hızlı ve kaygı verici" bir performans sergiliyor. Yakın geçmiş, böyle söylüyor.