TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı, geçenlerde düzenlenen bir toplantıda, ülkemizde sermaye piyasalarının gelişmesinin önündeki engellere dikkat çekti. Sayın Sabancı, makro ekonomik istikrarı tesis etmeye yönelik olumlu gelişmelere rağmen, kamu sektörünün kaynak açığının, mali piyasalardan borçlanarak kapatılması sebebiyle, mali sistemin üzerinde kamunun baskısının devam ettiğini, dolayısıyla özel kesimin yatırımlarını finanse edebilecek kaynakların kamunun borçlanma gereğine tahsis edildiğini vurguladı. Sayın Sabancı'nın altını isabetle çizdiği hususlar, vaktiyle TÜSİAD başkanlığı yapan selefleri tarafından da defalarca dile getirilmişti. Ne var ki, mali piyasalar kamunun baskısından bir türlü kurtulamadı. "Neden böyle oldu?" sorusunun cevabını verebilmek için biraz gerilere gitmek zorundayız Bilindiği gibi, 1989 yılı itibariyle kısa vadeli sermaye hareketlerinin önündeki engelleri kaldırdık. Finansal liberalizasyona yönelik son halkayı da tamamlamış olduk. Neredeyse yer çekimi kanunu gibi dayatılan bu süreç, ekonomiye çok önemli katkılar sağlayacaktı. Neler olacaktı, neler? Nasıl mı? * Milli gelir ve dolayısıyla tasarruflar artacaktı. * Artan tasarrufların giderek daha büyük bir bölümü, finansal tasarruflara dönüşecek, mali sistem derinlik kazanacak, sermaye piyasası gelişecek, şirketler daha rahat finansman bulabileceklerdi. * Mali sistem, reel kesimi daha ucuz ve etkin bir biçimde finanse ederek, kaynak aktaracaktı. * Cari denge fazla verecek, döviz sıkıntısı çekmeyecektik. * Yabancı sermaye, sadece portföy yatırımı olarak gelmeyecekti; 'direkt yabancı sermaye yatırımı' olarak da teşrif edecekti. TÜSİAD haklı! Maalesef, bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Şöyle ki: * Milli gelir hedeflendiği oranda artmadı. 1994, 1999 ve 2001 yıllarında 'küçüldük' yani 'negatif büyüdük.' Tasarruflar sürekli olarak geriledi, enflasyon tırmandı. * Büyüdüğümüz yıllarda, 'yüksek iç talep' ve ' spekülatif dış kaynak' girişine son derece duyarlı, istikrarsız bir büyümeyi, yüksek enflasyon ile birlikte götürmeye çalıştık. Borç stoku, çevrilemez boyutlara ulaştı. * Reel kesimin vermediği verimi, finans kapitale verdik. Böylece sadece içeride haksız bir transfer gerçekleştirmekle kalmayıp, dışarıya da kaynak aktardık. * Esasen yetersiz olan tasarruflar, iç borçlanma araçlarıyla, yüksek reel faizlerle ve giderek kısalan vadelerle Hazine'yi finanse etti. * Sanayi şirketlerinin bilançolarını faaliyet dışı kârlarla ve faaliyet zararlarıyla süsledik. Sanayi şirketleri, kendi faaliyetlerinden zarar ederken, çarpık mali sistemin sunduğu faaliyet dışı kârlarla idare etmeye başladı. * Reel kesime kaynak aktarmak şöyle dursun, reel kesimin kaynakları da iç borçlanmanın cazibe alanına girdi. * Bankası da olan reel kesimin bir bölümü, zararlarını topladıkları mevduat ile finanse etmeye devam ettiler. Dünya dolandırıcılık tarihine, 'Ponzi tipi dolandırıcılık' olarak geçen kurnazlığın, ilginç örnekleri verildi. * Yüksek dış ticaret ve cari işlem açıklarına rağmen, döviz sıkıntısı çekmedik, rezerv biriktirdik! Bütün bunları, faiz yükümüzü şişirerek becerdik. * Kamu bankalarını özelleştirelim derken, 22 tane banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredildi, diğerleri de devlet desteği ile ayakta durabilir hale geldi. * Mali sistemin omurgasını oluşturan banka sisteminin almış olduğu riskler (faiz riski, likidite riski ve kur riski), kriz ortamında realize edildi. Sermaye yetersizliği içinde kıvranan özel bankalar ve kamu bankaları, batık kredilerin de etkisiyle sermayelerini eritmeye devam ettiler. *** Peki, şimdi ne yapıyoruz? Yukarıda ana hatları ile özetlenen enkazı temizlemeye çalışıyoruz. Sayın Sabancı haklı, enkaz kaldırma çalışmalarına hız vermek zorundayız.