Üstteki Çallı'nın...

A -
A +

Ne oldu bize? Bilen var mı? İyi gidiyorduk, ama dayanamadık havlu attık. Vaziyet, tedavi sürecini yarıda kesen, madde bağımlısı bir bünyeyi çağrıştırıyor. Alkol bağımlıları biraz düzeldikten sonra, arada sırada içmenin hayali ile yaşarlarmış. Bizim durumumuz da aynen öyle. İyileşmeye başlayan, ama iyileşme döneminin sarsıntılarına tahammül edemeyen, hastaneden çıkıp, doğruca meyhanenin yolunu tutan Neyzen Tevfik gibiyiz. Neden mi? Takıntılarımızı savunmak konusunda ürettiğimiz gerekçeler, Neyzen'in alaturka kurnazlığına çok benziyor da ondan. Alttaki kimin? Hikaye meşhurdur, ama önce kısa bir giriş yapalım. Neyzen, gelmiş geçmiş ünlü sarhoşlardandır ve zamanın devlet ricaline çok yakındır. Daha doğrusu, bir kısım elit zümrenin "nefs-i emmaresi" Neyzen'in dilindeki zehire meftundur. Onun tedavi olmasını, biraz da kendileri için isterler. Gelelim hikayeye: Mazhar Osman Hoca, tedavisini üstlendiği Neyzen'i taburcu ederken, her seferinde, içkiyi men edermiş. Keskin bir heccav olarak nam salan Neyzen, Mazhar Osman Hoca ile konuşurken, diline mukayyet olmaya çalışırmış. Bir gün Neyzen'i elinde rakı şişesiyle görünce, Mazhar Hoca, küplere biner: -Bu ne rezalet! Derhal dök onu yere! Neyzen'in cevabı: -Dökemem, çünkü yarısı Çallı'nın.. Hoca, diretir: -Peki, o zaman sana ait olan yarısını dök! Neyzen, mahcup bir tavırla çamura yatar: -Mümkün değil hocam; ısrar etme, dökemem! Hoca, bir kere daha bastırır: -Hani hastanede söz vermiştin.. Neyzen, ustaca kıvırır: - Dökemem! Çallı'nınki üstte, benimki altta! Hepimizin! Sadede gelelim, safralarımızı atmamız lâzım. Demokratikleşme eksenli AB reformları konusunda "Üstteki Çallı'nın, alttaki benim.." tarzında bir mazereti yutturamayız. Böyle bir gerekçeyi, hiç kimseye kabul ettiremeyiz. Hedefimiz bellidir. Kopenhag Kriterleri'ni bir hayat tarzına dönüştürmek zorundayız. Sebebi açık: Demokratikleşme standartları bakımından son karnemiz, pek hoş değil. The Fund for Peace (Barış Vakfı) ile Foreign Policy (Dış Politika) dergisince hazırlanan ve geçenlerde açıklanan, The Failed States Index (Başarısız Devletler Endeksi) kapsamında, iyi bir fotoğraf veremedik. Takdir edersiniz ki, aynaya kızmak veya aynayı parçalamak gibi bir lüksümüz bulunmuyor. Peki, çözüm.. Çözüm, yazılı olmayan toplumsal sözleşmeyi değiştirmekten geçiyor. Sancı, buradan kaynaklanıyor. İlkesizlik ve belirsizlik, fırsatçılığa ve kurnazlığa zemin hazırlıyor. Unutmayalım ki, Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada, bizi takıntılarımızla baş başa bırakmıyorlar. Dolayısıyla, Soğuk Savaş yıllarının takıntılarını, küreselleşmenin dayattığı ilkeler ile takas etmek durumundayız. ??? Eğri oturalım, doğru konuşalım ve soralım: Ülkeyi yönetenler, çok sevdikleri ülkelerine ödettikleri bedelin farkında mı? Hiç sanmıyorum. Neyzen, ödediği bedelin farkındaymış. İş işten geçtikten sonra, şöyle demiş: "..Uzun derbederlik hayatımda, o kaldırımdan bu kaldırıma, o kapıdan bu kapıya, o diyardan bu diyara, ney'im ve mey'imle bir kuru yaprak gibi savruldum.." Ülke olarak, biz de yaprak gibi savrulmuyor muyuz? Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarına saygıyı teminat altına alan kurumlarınız yoksa, "hazan yaprağı" gibi savrulmaktan başka şansınız yok. Yakın tarih, böyle söylüyor..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.