Haklısınız! Yazının başlığı, Tek Parti'li yılların jakoben direktiflerini hatırlatıyor. Ne gibi? Mesela "Vatandaş yerli malı kullan!" "Vatandaş, tutumlu ol" gibi. Geçenlerde bir balık tezgahının yanından geçerken, pırıl pırıl taze balıkları görünce, çok duygulandım; içimden, "Vatandaş, balık ye!" diye bağırmak geldi. "Derya kuzuları bunlar" diye yırtınan balıkçıya da, böyle bağırabilirsin, dedim; ama "Abi, ayıp olmaz mı?" dedi. Çaresiz, sustum. Üzerime vazife değil, fakat yakın çevremde herkesin bol bol balık yemesini arzu ediyorum. Şimdi soralım: Balık, ucuz mu? Ucuz(du), fiyatlar biraz kıpırdadı. Taze mi? Taze Lezzetli mi? Hem de nasıl! "Peki, neden yemiyorsunuz?" diye soruyorum. Cevaplar ve bahaneler muhtelif: "Abi, ben balığı çok severim ama bizim hanım ve kayın valide balıktan nefret ediyor. Eve balık getiremiyorum." İşte bu, ümitsiz vaka. Vah vah vah, demekten başka çaremiz yok. Bir başkası şöyle diyor: "Çocukluğumda boğazıma kılçık kaçtı, o zamandan beri balık yemiyorum." Buna da diyecek bir şey yok; demek ki, birilerinin balık etinden rızkı yok. Mis gibi kokar, tok tutar! Balık pişirmek, bir kısım insanımız için altından kalkılamayacak bir yük gibi algılanıyor. "Balık iyi, ama kokuyor!" diyenlere bir çift lâfımız var: Gülü seven dikenine, balığı seven kokusuna katlanır. Balık, parfüm değildir. Böyle biline! Uzmanlar, birçok ülkede balık tüketim ortalamasının kişi başına 16, Türkiye'de ise 6 kilogram civarında olduğunu söylüyor. Kimsenin zevkine ve tercihine karışamayız; ama bugünlerde tezgahları dolduran çinakop, sarıkanat ve palamut size güceniyor ve basiret diliyor. İki hafta önce, bir paket sigara fiyatına üç tane torik ya da bir buçuk kilo çinakop alınabiliyordu. Dört bardak çay fiyatına, bir tane palamudu götürebiliyordunuz. Daha ne olsun! Doğrusu, her gün, bir paket sigarayı ciğerlerine çeken, suratımıza üfüren zevatın "balık pahalı" diye sızlanmasını anlayamıyorum. Lüferin cazibesi... Gelelim lüfere... Her türlü balığı yerim, ama lüferin yeri başkadır. Benim gibi lüfer âşığı bir balık dostu diyor ki: Lüfer, Divan Edebiyatı'na girebilen bir lezzettir. Onu "Boğaz'ın sultanı", "Boğaz'ın incisi" diye tasvir eden edebiyatçılarımız vardır. Halkımız, lüfer ailesine en küçüğünden büyüğüne kadar, defne yaprağı, çinakop, sarıkanat, lüfer, kofana gibi isimler vermiştir. Lüferin ızgarası, buğulaması, pilakisi, tavası yapılır. Sarıkanat ve çinakoptan buğulama, pilaki, bol malzeme ile fırında balık yapılabilir. Kofananın ızgarası, pilakisi enfestir, kafasından çorba yapılır; yağsız zamanında fileto çıkartılarak yapılan tavası da çok lezzetlidir. Fileto çıkartılırken, orta kılçığı üstünde bir miktar et bırakılır, bu etli kemik de tavada kızartılarak balık pirzolası gibi yenir. Lüfer, çok saldırgan ve kabadayı bir balık olarak bilinir. Kendi boyunda, hatta daha büyük balıklara pervasızca saldırır. Çinakop, istavriti kolayca parçalayıp mideye indirirken, babası kofana çingene palamudunun hakkından gelir. Daha büyükleri, toriklere saldırır ve yerler. Kofananın dişleri bir usturayı andırır ve çok keskindir; Kofana, bu özellikleriyle meşhur Cibali Kabadayısı Ustura Kemal'i çağrıştırır; günümüzde çok revaçta olan mafya dizilerinde oynayabilir. *** Bütün bunlar güzel de, hamburger ve ızgara köftenin kokusuna esir olan çocuklarımıza da balık yediremiyoruz. Her taraf, dürümcü, kebapçı ve lahmacuncu dolu, fakat balık lokantalarımız çok yetersiz. Bir kısmı, sadece akşamcılara hizmet veren birer meyhaneyi andırıyor. Velhasıl, balık yemiyoruz. Sebepleri çok derine gider. Vatandaş, sen bilirsin! Sürç-ü lisan ettikse, affola... Tüm balıkçılara rastgele! *** Not: Kayınvalidem iyileşince, bana "hamsili pilav" yapacakmış. Acil şifalar diliyorum.