Yazılacak çok şey var!

A -
A +

Gazeteci, üzgün. Sebebi şu: Türkiye ekonomisinin 1990-2001 dönemini mercek altına alan bir belgesel üzerinde çalışıyormuş. Bazı konuların yeterince aydınlatılmadığı kanaatindeymiş. Kısacası, "döviz, faiz, borsa" üçgeninin dışına taşarak, bölüşüm eksenli bir TV belgeseline imza atmak istemiş. Bayramdan sonrası için, birilerinden söz almış. Söz verenlerin çoğu, onun deyimiyle, kayış atmış. Ekonominin yönetiminden sorumlu bir kısım eski siyası ve bürokrat, kendisine yeterince destek olmamış. Belgesel, Şubat 2001'de Ecevit'in, MGK toplantısında yaşadığı hayal kırıklığını yansıtan sözleri ile başlayacak, daha sonra Özal'lı yılları kapsayan bir ufuk turuyla devam edecekmiş. Ahbap Çavuş Kapitalizmi'nin nasıl mayalandığına ilişkin çarpıcı örnekler sunulacakmış. Gazeteci, ketumiyetini muhafaza eden bir kısım zevatı, mafyanın "suskunluk yasası" olarak bilinen "omerta" ilkesine bağlı kalmakla suçluyor. Böyle bir ithamın, son derece yakışıksız ve yanlış olduğunu belirtmeliyim. Yargılama ve infaz kaygısı taşımaksızın, nakledilecek bilgi ve anekdotların çok yararlı olacağına ben de inanıyorum. Ne var ki, herkesin susma hakkı var, diye düşünüyorum. İsteyen konuşur, isteyen konuşmaz, ne diyebiliriz ki? > Söz uçar... Bendeniz, konuşmak yerine, yazmanın daha önemli olduğu kanısındayım. Ne demişler? -"Söz uçar, yazı kalır!" (Verba volant, scripta manent!) Ekonominin kara kutuları, bazı konularda yazmamakta direniyor. Türkiye'nin finansal liberalizasyon ortamında, nasıl talan edildiğine tanıklık eden çok sayıda eski siyasetçi ve bürokrat var; ama deyim yerindeyse, çoğunda tık yok. Söz konusu zevatın bir bölümü, * Merkez Bankası-Hazine * Kamu Bankaları-Hükümet * Hazine-Bankacılık sektörü * BDDK ve TMSF'nin Bankacılık sektörü ile ilişkileri konusunda ilginç bilgilere sahipler. Kara kutular deşifre edilirse, ne olur? Bazı bütçe dışı fonlara, kamu ihalelerine, görev zararlarına ve batan bankalara ilişkin gri alanlar gün ışığına çıkarılabilir. Ekonomi medyasının acar muhabirleri, bu konularda, Pazar sohbetleri yapabilirler. "Şok açıklamalar, az sonra!" gibi çığırtkanlıklara girmeden, çok güzel şeyler anlatılabilir. Böylece, halkımız tenevvür eder. > Nasıl becerdik? Gelelim konumuza... Gazeteci, haklı. Türkiye'nin yaşadığı krizler, bir mühendislik hatası olarak ortaya çıkmadı. Bu sütunda defalarca vurguladığımız gibi: * "Baba Devlet" ve "Halefleri" biçiminde yapılandırılan bir ekonomide, toplumun bir kesiminin "siyaset dışı" bir kesiminin de "piyasa dışı" olması son derece doğaldı. Dolayısıyla, "demokrasi, hukuk devleti, piyasa ekonomisi, rekabet serbestisi, saydamlık ve hesap verme sorumluluğu" gibi kavramlar, içi boşaltılmış birer fanteziye dönüştü. * Ekonomide, hem 'hakem', hem de 'oyuncu' kimliğiyle top koşturan tuhaf bir devlet ile tanıştık. * Ekonomi yönetimi, keyfi ve otoriter biçimde rant dağıtan uygulamalara, gaz verdi. Siyasetin alanı, piyasa aleyhine genişletildi. Siyasi süreçler, popülizmden ve "müşteri haklıdır" paradigmasından arındırılamadı. Siyaset, bir rant paylaştırma aracına indirgendi. * Kâr, her zaman bireyseldi; zarar ise, müthiş bir el çabukluğu ile, kamusal kisveye bürünürdü. Ülkenin iktidar seçkinleri, beslendikleri düzenin değişmesini istemediler. * Katma değeri sıfır ya da negatif olan şirketlere, kamu bankaları marifetiyle krediler pompalandı. Devlet, vergi vermesi gereken kesimden, borç almaya başladı. Özel sektörün bir bölümü, böyle bir yapılanmanın omurgasını oluşturdu. *** ...Ve daha neler, neler... Listeyi uzatarak, sabrınızı zorlamayalım. Bizden, bu kadar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.