Dan, dan, dannn.... İşitiyorsunuz değil mi? Kötümserlik kilisesinin zangoçları, çanlara asılmaya devam ediyor. Çanın ipi koptuğunda, bellerindeki zünnarlarını çana bağlayarak, görevlerini aksatmadan sürdürüyorlar. İstiyorlar ki, her şey bir anda güllük gülistanlık olsun, hiçbir şekilde sosyal ve ekonomik bir bedel ödenmesin. Mümkün mü? Bir kere daha hatırlatalım ki, Türkiye, bir istikrar programı uyguluyor. İstikrar programları, bir öncelikler listesidir, her derde deva, hiçbir yan etkisi olmayan şifalı ot değildir. İstikrar programlarını eleştirmek çok kolaydır, ama uygulanabilir alternatif üretmek sanıldığından çok daha zordur. Kasvet, hamaset, habaset... Kötümserliğe yaslanmak, kasveti hamasetle paketlemek genellikle prim yapar. Tahminlerinin gerçekleşmemesi halinde kötümserler çok fazla hırpalanmazlar, ama aynı duruma iyimserler düşerlerse, acımasızca eleştirilirler. Önemli olan, iyimserliğin ve kötümserliğin nereye dayandırıldığıdır. Temelsiz ve kuru sıkı bir kötümserlik kadar, dozu kaçmış, balon oluşturan bir iyimserlik de arzu edilmez. Bedel ödeniyor! Eski iktisat hocaları, "İktisatta bedava fiil yoktur" derlerdi. Gerçekten alınan her kararın, ödenmesi gereken bir bedeli var. Türkiye, vaktiyle borç parayla kurulmuş saadet zincirlerinin kırılmasının sonuçlarını yaşamaya devam ediyor. Sıra kurnazlığın bedelini ödemeye geldiğinde, hemen aslan kesiliyoruz. Bir piyasa ekonomisinde, kaynakları yanlış ve çarpık dağıtmanın maliyeti çok yüksek oluyor. Esasen kötü olan gelir dağılımı, daha da bozuluyor, yoksulluk ve işsizlik artıyor. Ödenen bedelin ne kadar ağır olduğunu krizlerden sonra daha iyi anlıyoruz. Ödenen ve ödenmesi gereken faturayı, önceliklerin çarpıtılmasının bir sonucu olarak da görebiliriz. Nasıl çarpıttık? Alışmış ile kudurmuşu mukayese eden atasözümüzü de unuttuk. Fizik kapitalin, reel kesimin vermediği verimi, finans kapitale vermeye alıştık, kendimizi kandırdık. Özel kesimin gerçekleştirdiği tasarrufların önemli bir bölümü, "düşük kur-yüksek faiz" ikilisinin uyardığı saadet zincirine entegre oldu. Hazine, kamu kesimini finanse ederken, özel kesimin bir bölümünü de oyuna ortak ederek finanse etti. Kısa vadeli sermaye girişlerine bağımlı saadet zinciri, iktisat politikalarını yıllarca 'borç yönetimi' problemine indirgedi. Bu mekanizma 'bölüşüm' ve onun yansıması olan 'gelir dağılımı' süreçlerini yeniden yapılandırdı. Üretmek cazibesini kaybetti 'üretmeksizin bölüşmek' ön plana çıktı. Tam bir transfer toplumu olduk. *** Montesquieu, "Hükümetler, başka hiçbir çözüm kalmadığı zaman doğru kararlar alır!" demiş. Şubat 2001 krizinden sonra, Türkiye'nin şimdiki programdan başka bir alternatifi kalmamıştı. Şunu da ilave edelim ki, dünya üzerinde zangoçlar tarafından istikrara kavuşturulmuş hiçbir ülke yok, ama onlar yüzünden batağa saplanmış birçok ülke sayabiliriz. Zangoçların çanlarına ot tıkayabilmek için, işlerin iyiye gitmesi, kötümser beklentilerin tamamen buharlaşması gerekiyor. Zangoçların da ara sıra, "Çanlar kimin için çalıyor?" diye düşünmelerinde fayda var.