17 Ağustos 1999 depremiyle birlikte, zeminin ve binanın kalitesini tartışmaya başladık. Hafta içinde, İzmir'de meydana gelen depremlerden sonra da, benzer bir muhabbet, yeniden gündeme oturdu. Uzmanlara göre, kötü bir zemine, sağlam bir bina yapılabilirmiş. Gerçekten, "kötü zemine sağlam bina" denilebilecek, toplu konutlarımız ve iş yerlerimiz var. Bunların bir kısmı, 1999 depremi ile de test edildi; güven tazelediler. Ne var ki, ekonomi söz konusu olduğunda, böyle bir şey mümkün değil. Ekonomide, "bozuk süte, maya" çalınamıyor. Ekonominin zeminini, makroekonomik temelleri oluşturuyor. Makroekonomik temelleri sağlam olmayan bir ekonominin üzerine, "küresel rekabet rüzgarlarına dayanıklı ve istikrarlı" bir yapı inşa edilemiyor. Bir ekonomide, sağlam zemin, sağlam bir binayı garanti etmiyor; ama iyi bir alt yapı oluşturuyor. Ekonominin zemini, geçmişte ülkeyi yönetenleri çok fazla ilgilendirmemiş. Şimdi soralım: -Kronik enflasyonu olan bir ekonomi, devasa bir borç stokunu, giderek kısalan bir vadede, sıcak paraya yaslanarak, yüksek reel faizle döndürmeye çalışıyorsa, bu ne demektir? -Böyle bir ekonominin zemini, tam bir bataklığı andırıyor demektir. Bataklık, bazı "bakteriler ve sivrisinekler" (hortumcular) için mümbit bir ortam; ama bataklıktan mahsul alınamıyor. Bir "iç ya da dış şok" patladığında, çürük zemin, deprem dalgalarının şiddetini artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Zemini çürük olan bir ekonomi, krize girdiğinde, çok yüksek ekonomik ve sosyal maliyetler ödeniyor. Bu ortamda, dışarıdan gelecek krediler, bir "müsekkin" ya da yokluğu çekilen bir "uyuşturucu" gibi bekleniyor. Hatırlanacağı gibi, Şubat 2001 krizi, bataklığa dönüşmüş bir zeminin yol açabileceği tahribatı kavrayabilmek bakımından, son derece faydalı bir musibet olarak tarihe geçti. Sağlam zemin... Sağlam zeminin omurgası, fiyat istikrarı ve mali disiplindir. Fiyat istikrarı ve mali disiplin, sadece makroekonomik istikrarın değil, finansal istikrarın da ön şartıdır. Kısa vadeli sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir dünyada, zeminin, yani makroekonomik temellerin kalitesi daha da önemli hale geliyor. Dolayısıyla, zemini unutarak politika üretmek ve uygulamak mümkün olmuyor. İstikrarı kalıcı kılmak için hayata geçirdiğimiz yapısal reformlar, aslında zeminin kalitesini yükseltmeye yönelik çabalardır. Maastricht Kriterleri, sağlam bir zemin için gerekli olan reçeteyi formüle ediyor. Peki, bizim zemin ne durumda? Sağlam bina... Özetlemek gerekirse, mali disiplinin yanı sıra, "dalgalı kur rejimi ve para politikası araçlarını seçmekte özerk bir Merkez Bankası", dış şoklara karşı çok kritik iki amortisörü simgeliyor. Şokları emerek sarsıntıyı hafifleten bu iki amortisörün yanı sıra, bankacılık sektörünün içinde barındırdığı mayınların büyük ölçüde temizlenmiş olması da, ekonomi yönetiminin işini kolaylaştırıyor. Dolayısıyla, makroekonomik istikrara yönelik önemli adımların atılabildiğini söyleyebiliyoruz. *** Sonuç olarak, iyileştirmeye çalıştığımız zemini çürütecek ve zaafa uğratacak miyop politikalardan kaçınmamız gerekiyor. Popülizme hız vererek, zemini çürütmek isteyenler, bindikleri dalı kesiyorlar. Her zaman olduğu gibi...