Siyasetten hiç hazzetmeyen biriyim.
Siyaset mecrası zaten kişiliğime de uygun değil zira doğrucu ve hakkaniyetli mizacım, gerçek dışı hiçbir görüş ve düşünceyi kabul etmez, benimsemez ve dolayısıyla bu doğrultuda söz söylemez!
Bu aralar partilerin kapıları pek kalabalık. Vekil olmak, siyaset yapmak isteyen binlerce insan kendisine siyasette kapı aralamaya çalışıyor. On yıllardır hiç bıkıp usanmadan hemen her seçimde adaylık başvurusu yapanları gördükçe şaşırmıyorum zira bizim ülkemizde siyaset bir güç ve kazanç kapısı olmaya devam ediyor.
Şimdi birileri adaylık başvurusu yapıp araya eş dost, hısım akraba atarak lidere ulaşmaya çalışacak ve aday olmayı başaracak. Bu süreçten sonra halka binlerce vaatte bulunup insanlara ümit verecek, herkese tatlı dille yaklaşacak, güya dertlerini dinleyecek, resimler çektirecek, anekdotlar alacak…
Ve ardından şansı da varsa vekil olup meclise girecek.
Ancak bütün kurgu bundan sonra aniden değişir. Çünkü seçmen bir türlü bu vekillere ulaşamaz, onlara hiçbir derdini ve sıkıntısını anlatamaz, bir sorununu çözemez. Telefonları genellikle siyah takımlı danışmanların ellerinde durur, önemli kişilere dönülür, halk unutulur! Bununla kalsa iyi, hasbelkader bir yerde karşılaşılsa elleriyle oy verip Meclis'e gönderdiği bu zat-ı muhteremler birden kendilerini seçenlere üstten bakmaya başlamaz mı? Zaten seçmen de bunları gördüğünde ellerini kavuşturmaya, iki büklüm durmaya başlamış, onları Meclis'e gönderenin kendisi olduğunu çoktan unutmuştur!
Türkiye’de vekil ve seçmen olmak tam olarak böyle bir şey!
Şimdi karşınıza çıkacak vekil adaylarının tamamının böyle olduğundan nedense hiç kuşku duymuyorum. Başımdan geçen bir olayı anlatmadan geçmek olmaz zira içime dertten bir yumak olup kalmış bir anekdot bu!
Kendisinden bahsedeceğim sayın vekil oturduğumuz muhitten birisi. Hatta eşimle çok ciddi bir hukuku da var. Bu zat, vekil seçilmeden önce eşim dâhil bütün çevremizle öyle bir bağ kurmuştu ki kendisini çok yüksek mertebelere koyuyorlardı...
Bir yerde çay içecekse koşup etrafını sararlardı zira inanırlardı ki bu zat, vekil olunca bölgede tek sorun kalmayacak, bütün meseleleri çözecek!
Tabii öyle olmadı. Seçildikten hemen sonra arayanların telefonlarına çıkmaz oldu. Birlikte oturduğu, çay içtiği, şiir dinletileri tertip ettiği edebiyat mahfili dâhil hemen herkesle irtibatını kopardı. Allah’tan kendim hiçbir zaman siyasilere bel bağlamadığım için başından biliyordum böyle davranacağını…
Geçen yıl bu vakitler… Macaristan Büyükelçiliğinin bir iftar programı var ve ben de davetliyim. Oturacağım masaya geçerken hemen yanı başımdaki masada bu vekil oturmuyor mu? Yanından geçerken selamlaşıp öyle geçeyim dedim.
Bana verdiği tek tepki:
-Senin burada ne işin var?
Bu kadar çiğ, bu kadar basit ve bu kadar ucuz bir ifade daha var mı bilmiyorum. 12 kitap yazmışım, yaklaşık 16 yıldır köşe yazıları kaleme alıyorum, iki fakülte bitirmişim… Ama bir yabancı büyükelçilikteki iftar yemeğine katılmayı bana layık görmüyor beyefendi! Öyle ya her şey kendileri için!
İşte bizim hâli pürmelalimiz ne yazık ki budur! Şimdi bu vekil yine aday oluyormuş! Peki, ben ona oy verir miyim? Bunca rezilliğine tanık olduktan sonra asla ve kat’a diyorum elbette.
Hâsılı, parti liderleri böyle tipleri aday diye bize göndermesinler, bölge halkından adaylar hakkında kanaat alsınlar. Artık hiç birimizin oyu çantada keklik değil! Böyle saygısız, ikiyüzlü, ne oldum delisi hadsiz tiplere bir partiyi benimsiyorum diye oy verme mecburiyetini artık duymuyorum.
Emin olunuz halk da böyle düşünüyor!