Fransa'nın kabul ettiği talihsiz yasa kendisini küçülttü. Bu olay ufuksuz liderlerin 300 bin oy uğruna ne hokkabazlıklar yapabileceğini, kendisine ve ait olduğu topluma ne denli zarar verebileceğini çok iyi göstermiş bulunuyor. Fransa'nın tavrının bizde nasıl ve ne için kullanılacağı geleceğimiz için önem taşıyor. Toplumumuzda bu olumsuzluğu önce kökten Fransa düşmanlığına ve ardından AB düşmanlığına tahvil etmek isteyen kesimlerin bulunduğunu düşünüyoruz. Onlar şimdiden ellerini ovuşturuyor. Milliyetçi damarımızı kabartacak "ulusalcı" söylemlerini raflardan indirmeye hazırlanıyor. Bu satırları yazdığımız sırada TBMM özel oturumu henüz başlamamıştı. Vekillerimizin ayıba ayıpla cevap vermeyeceklerine, uzak görüşlülükle ve sağduyu ile özgürlük dersi vereceklerine inanıyoruz. Avrupa Birliği yolunda girdiğimiz kritik dönemeci salimen aşabilmeliyiz. Eğer her şey yolunda gitse idi AB Komisyonu bugün Türkiye 2006 İlerleme Raporunu açıklamış olacaktı. Ama olumsuz ifadeleri azaltmak, üzücü vurguları hafifletmek için raporu açıklamayı 9 Kasım'a tehir etti. 9. Uyum Paketi'nin TBMM'den geçmesini istedi. Ek Protokol'ün uygulanması konusunda o vakte kadar olumlu işaretler göreceğini de ümit ediyor. İlerleme raporunun açıklamasından önceki son değerlendirme niteliğindeki AB-Türkiye Troyka toplantısı iki gün önce Lüksemburg'da yapıldı. Dönem başkanlığını yürüten Finlandiya'nın Kıbrıs çözüm tasarısı hakkında Dışişleri Bakanı Gül ve AB komiseri Olli Rehn'in açıklamaları umut verici. Dönemecin aşılmakta olduğuna yoruyoruz. AB ile olan müzmin pürüzlerimiz 1999'dan beri yayınlanan tüm ilerleme raporlarında yer aldı. Bunlar son Avrupa Parlamentosunun onayladığı Eurlings raporunda da sayıldı. Sır olan şeyler değil. Kıbrıs konusunu ve Ek Protokol'ün uygulanmasını saymaz isek; ülkemizde demokratik hukuk devletinin işleyişinde görülen aksaklıklar, inanç ve ifade özgürlüklerinin önündeki engeller, azınlık haklarının gözetilmesi, Türk Ceza Kanunu(TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu(TMK) kapsamında kaldırılması veya değiştir ilmesi gereken maddeler, askerin konumu, seçilmiş sivil idarenin siyasî karar ve tercihlerde tek otorite olmasının AB için vazgeçilmezliği, tarımın dönüşümü... Liste uzun ama hepsi aşılabilir şeyler ve aşılacaktır da. Yeter ki inanalım. Kritik yıl 2010 AB Komisyonu başkanı Barrosso evvelsi gün üyeliğimizin 15 yıldan önce gerçekleşemeyeceğini söylemiş. Bunu söyleyen Barrosso ipe un sermiyor. Bir gerçeğe işaret ediyor. AB'nin aşması gereken öncelikli mesele 2004 yılında Fransa ve Hollanda referandumlarıyla çıkmaza giren ve birliği yönetilemez hâle sokan Anayasa krizini çözmektir. 2007 başında dönem başkanlığını devralacak Almanya'nın da, 2008 de dönem başkanlığı gelecek Fransa'nın da bir numaralı meselesi budur. Hazırlanacak yeni anayasanın 2010 yılına kadar 27 ülke tarafından oylanıp kabul edilmesini düşünüyorlar. Bu onların kaçınılmaz önceliğidir. Bizim için 2010 yılının bir önemi daha var. 2007-2013 yıllarını kapsayan AB bütçesi geçen yıl kabul edildi. Biz o bütçede yokuz. Bütçede olmayan ülke için AB harcama yapamaz. Türkiye tüm hesabını 2014-2020 bütçesine girecek şekilde yapmalıdır. O bütçe 2010 yılında hazırlanmaya başlayacaktır. İşte biz o zamana kadar müzakereleri tamamlamış olmalı ve "ben hazırım" diyebilmeliyiz. Vaktimiz çok değil. Önümüzdeki seçimlerden çıkacak iktidar bu misyonu başaramaz ise, Barrosso'nun sözüne geliriz ve 2020 sonrasına savruluruz... Bu takvimin iç siyasetimizdeki çekişmelerin ve örtülü iktidar mücadelenin temelinde yer almadığını sanmayalım!