AB ve sağduyuya ihtiyaç

A -
A +

Avrupa Birliği Komisyonu geçen hafta beklenen raporlarını açıkladı. Birincisi 2006 Türkiye İlerleme Raporu, diğeri Avrupa'nın 2006-7 Genişleme Stratejisi ve temel meselelerine dair rapor. Bizim için ilki daha önemli. Bu raporları önümüzdeki haftalarda yorumlayacağız. Bugün raporların ele alınış şekline ve şıpın önerilere temas edeceğiz... Beş gündür gerçekçiden evhamlıya ne fikirler savruluyor. Dikkatlerimiz aylardır bu rapora odaklanmıştı. Beklenmeyen şeylermiş gibi, bazı konulara ve kelimelere şartlanmıştık. Nitekim Kıbrıs meselesi, kişi hak ve özgürlükleri, askerin sivil alana girmemesi gibi hususlar raporda tek tek sayılıp döküldü. Anti-Avrupacılar bekliyorlardı, açtılar ağızlarını, yumdular gözlerini... Heyecanların doruğa çıktığı, dikkatlerin tek noktada birleştiği zamanlarda "toplumları çalmak" kolay olur. Dozu maksimum kullanarak, hep aynı yere vurarak görüşünü bulandırabilir, zihin dengesini altüst edebilirsiniz. Tutunma ihtiyacı hissettiği anda koluna girip, istediğiniz yere götürürsünüz... Ülkemin bu zamanda, dört yol ağzında ters istikamete çekilmesinden korkarım. Destek vermek için kolumuza yapışanlara mukayyet olalım. Kamuoyuna "titreyip kendine dönme" mesajları veriliyor. "AB'ye rest çekelim", "görüşmeleri askıya alalım" şerbetleri sunuluyor. Kış günüdür ısıtıcı gelebilir, heyecan verebilir. İç siyaset, seçim ortamı düşünülürse gerekli bile görünebilir. Hayır. Asla! Paylaştıkça çoğalan miras AB yönümüzde ve çabamızda en ufak bir sapma olmamalı, büyük bakmalı, 2023, 2030, 2050 perspektifinden geri düşmemeliyiz. Neden? Bunu açıklamak için Avrupa'nın son 60 yılda paylaşarak zenginleştiğini, genişleyerek geliştiğini fark etmek lâzım. 1950'lerde birliğin ilk nüvesi toprağa düştüğünde sadece altı ülke vardı. Zamanla genişleyip "9'lar", "12'ler", "15'ler" oldular. 2004 yılında 25'i buldular. Yılbaşında "27'ler" olacaklar. Sırada biz varız, Hırvatistan, ufak Balkan ülkeleri, Ukrayna, belki Rusya var. Her büyüme dalgası yeni girenlerin iktisadî ve sosyal seviyesini, insanî gelişmişliğini artırmakla kalmamış, bir zaman sonra eski yeni, tüm ülkelerin daha üst seviyeye sıçramasını sağlamış. İki yıl önce AB'ye dahil olan 10 ülkenin(ki bunun sekizi Sovyet uydusuydu. Piyasa ekonomisi ve demokrasi nedir bilmezlerdi) kalkınmışlık seviyesi önceki 15 ülkenin ancak yarısı idi. Bugün hızla kalkınıp gelişiyorlar. 2040'lara varırken her birinin Almanya ile eşit seviyeye yükseleceği hesaplanıyor. O ülkeler eğer AB'ye girmeselerdi böyle bir gelişmeyi rüyalarında göremezlerdi. Her büyüme dalgasının bir sonrakilere daha ağır bir müktesebat yüklediği de doğrudur. Evvelki gün defnettiğimiz büyük devlet adam Karaoğlan'ın başbakanlığı döneminde "onlar ortak, biz ise pazar" diyerek ayağımıza gelen fırsatı tepmese idik, bugün ne Kıbrıs tafraları, ne de şimdiki müktesebat yükümüz olmayacaktı. Üstelik Avrupa'nın enerji ve umut yüklü bir döneminde tam üye olacaktık. Şimdi genişleme yorgunu bir Avrupa'da, çapsız liderlerin içine kapanmacı politikalarıyla boğuşmak zorundayız. AB genişledikçe, büyük tonajlı gemilere benziyor. Aynı noktaya dönme süresi uzuyor. Maazallah ipleri bir koparırsak veya biraz ara verme kolayına kaçarsak, tekrar başlamanın on/yirmi yıla sarkabileceğini düşünmeliyiz. Belki de "ulusalcı" kuruntulardan ayıkıp, AB kapısını tekrar çaldığımızda, bir daha açılmamak üzere onu kapanmış bulacağız. Fransa ve Avusturya zaten böyle bir çılgınlık yapmamızı bekliyor. Sağduyulu davranırsak on yıla varmaz, üye oluruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.