Derslere başörtüsüyle girdiği için disiplin cezasına çarptırılan İstanbul Üniversitesi öğrencisi Leyla Şahin, "insan hakları ihlali" yapıldığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) dava açmıştı. AİHM geçtiğimiz hafta "Türkiye'nin insan hakları ihlalinde bulunmadığı" görüşüne vararak, Leyla Şahin'in temyiz başvurusunu reddetti. Cumhurbaşkanı Sezer ve YÖK Başkanı Teziç kararı bağlayıcı bulduklarını, konunun artık gündeme getirilmemesi anlamı taşıdığını söylediler. CHP de karardan memnun. Başkan yardımcısı Topuz'un yorumu ise müthiş: "Başörtüsünde ısrar etmek, AB'ye tavır koymaktır" diyor ve kestirip atıyor: "Ya AB'yi tercih edecekler ya da başörtüsünü!" Etmeyin Sn. Topuz! Öyle kestirip atmalara, dayatmalara tokuz. Milletçe hem AB'yi, hem de inancımızın gereğini yapmak istiyoruz. Yasakları savunmak kimseye onur kazandırmaz. Türkiye'de azınlıkların dinî haklarını ve özgürlüklerini artırmak gündemde iken, yüzde 99'u Müslüman olan halkın inancının gereğini yapmasına kısıtlamalar getirmek olacak şey midir? AİHM kararından sonra "kamusal ve ulusal"cılar muzafferane tebessümlerini ekranlardan eksik etmediler. "Başörtüsü gündemden çıktı", " bir daha getirilemez" dediler. Gelir efendim. Mahkemeler, divanlar önünde olmasa da, vicdanlar vurduğunca gelir. Yasakçılar başörtüsünden ne anlıyorlar? Ona "Simge" diyorlar, "siyaset" diyorlar. Devleti yıkmaya, rejimi devirmeye eş suç isnat ediyorlar. Ama on beş asırdır hangi coğrafyada kaç devleti yıkıp, hangi rejimle çatıştığını söyleyemiyorlar. Değerli fikir adamı Atilla Yayla soruyor: "Başını örten tek tek bireyler. O bireylerin örtünmesinin ardındaki niyeti kim nereden biliyor? Hepsini aynı kefeye koyup toptan bir niyet atfetme hakkını nereden alıyor? Hangi kanunun hangi maddesine göre bir insanın kalbindeki niyeti suç sayıyor?" İnancın renk, ırk, coğrafya, devlet, siyaset, rejim ötesi bir değer olduğunu bilmiyorlar. Dünya ve zaman ötesi geleceğe niyetlenen hanımların, her çileye katlanıp örtüneceklerini idrak edemiyorlar. Ama mahkum edebiliyorlar. Gülay Göktürk (Tercüman, 24.06.2005) şöyle yorumluyor: "Türban yasağı 1930'larda direnenlerin, demokrasisiz bir cumhuriyeti ilelebet sürdürmek isteyenlerin kurdukları direniş hattının sembolü haline geldiği için bir türlü çözülemiyor. Bu hat orasından burasından yara aldıkça, açılan gediklerden rejime demokrasi sızdıkça çağa direnmenin nafileliğini görenler, bu sembole daha büyük bir hırsla sarılıyorlar. Ve her sembolik mücadelede olduğu gibi gittikçe büyük bir hızla akıl dışına düşüyorlar." Yasağın kalkması için anayasa değişikliğine ihtiyaç yok. Yasağı zorlayanların tavır değiştirmesi kâfi. Değiştirmezlerse günü gelir, bu yanlışı millet demokratik yoldan, kendi inisiyatifiyle düzeltir.