AB komisyonu 6 Ekimde Türkiye ile ilgili 260 sayfa tutan üç rapor yayınladı. Tavsiye Raporunda beklediğimiz yeşil ışığı yaktı. AB siyasî kriterlerini yerine getirdiğimizi ve üyelik müzakerelerine başlama şartlarının oluştuğunu bildirdi. Müzakereleri başlatma kararını ve zamanını aralık ayında toplanacak AB liderlerine bıraktı. Usul gereği kararı liderler verecek. Yoksa aksine bir gelişme olacağından değil. Zaten iki yıl önce Kopenhag zirvesinde "Aralık 2004'te AB Konseyi Komisyon raporuna dayanarak Türkiye'nin siyasi kriterleri karşıladığına karar verirse, Türkiye ile katılım müzakerelerini geciktirmeksizin başlatacağı" ifade edilmişti. Şimdi bize düşen Avrupalı liderlerin bu sözün gereğini yapmalarını sağlamak olacaktır. Nitekim başbakanımız ve dışişleri bakanımız bunu birinci öncelik olarak seçmiş bulunuyorlar. Türkiye kamuoyu tavsiye raporunda yer alan bazı cümlelere odaklanmış durumda. Yazarlarımız, siyasetçilerimiz "ucu açık üyelik müzakereleri" ifadesini ve AB kriterlerinden sapma veya geriye dönme olursa "müzakerelerin askıya alınabileceği" cümlesini tartışıyor. Bir de Fransa'dan yükselen "Türkiye'nin üyeliğini parlamentoda tartışmak, referanduma gitmek" seslerine fazlasıyla takmış görünüyoruz. Beklentimiz büyük, heyecanımız dorukta olduğu için, olumsuz saydığımız cümleleri fazla abartıyoruz. Biz Türklere özel bir düşmanlık var sanıyoruz. Telâşa gerek yok. Bilâkis tartışsınlar. Bizi daha iyi anlamalarına yol açar. Zaten Fransız parlamento aritmetiği ve anayasasının bizi bağlayacak bir karar almaya müsait olmadığını kendileri de söylemeye başladılar. Avrupa'nın zihni neden dağınık Ama Avrupa'nın kafasının çoktandır karışık olduğunu bilmeliyiz. Hatırlayacaksınız mayıs 2004'te 10 yeni üye girdi birliğe. Bunun sekizi eski Sovyet blokundan gelmeydi. Daha onlar girmeden Avrupa medyasında, siyasetçileri arasında homurtular başlamıştı. Refah seviyesi yüksek, birbirlerine çok alışmış eski 15'ler bu genişlemenin kolay hazmedilemeyeceğini, malî külfetinin yüksek olacağını ve issizliği artıracağını, huzurlarının bozulacağını söyleyip duruyorlardı. Şimdi Türkiye gibi bir ağır top sıraya girince iyice paniğe kapıldılar. Müslümanlığımız bahane. Onlar çapımızın büyüklüğünden tedirgin oluyorlar. Kendilerine yükleyeceğimiz malî külfeti hesaplıyorlar, Türklerin bavullarını alıp, Avrupa'yı istilâ edeceğini sanıyorlar. Katkılarımızın ne olacağını ise bilmiyorlar. Bizden önce başlayan, bizimle artan tartışmalar Avrupalıların nasıl bir Avrupa istediklerine henüz karar veremediklerini ortaya koyuyor. Çünkü ortada birbirinden çok farklı Avrupa tasavvurları var. Bir tarafta ulus-devlet kimliklerini koruyarak, gevşek yapılı bir Avrupa Federasyonu arzu edenler, diğer tarafta milletleri bir kazanda eritip, tek kıta devleti kurmak isteyenler. Türkiye üyelik müzakerelerine başlarsa -ne kadar ucu açık olursa olsun- sonu üyelikle noktalanacaktır. O zaman bazı alternatifler, özellikle de yeknesak, içine kapalı, Hıristiyan Avrupa alternatifi silinip gidecek. Türkiye'nin üyeliği bu anlama gelmektedir. Batıda kaldırılan tozlar işte bunun için. Avrupa'nın akıllı adamları ise bizden yana düşünüyor. Zaman lehimize işliyor.