Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin 46 yıllık mâzisi var. Rahmetli Menderes'in büyük hayali idi. AET'nin 6 ülke tarafından kurulmasının ardından 1959 Temmuzunda ortaklık için başvurmuştu. AET Bakanlar Konseyi başvuruyu kabul etmiş ve Eylül ayında Topluluk Komisyonu ile Türkiye arasında ilk hazırlık görüşmesi yapılmıştı. Ama 27 Mayıs darbesi sâdece Menderes'i değil, tüm Türk milletini mağdur etti. Tez toparlanmaya çalıştık ve 1963 Eylül'ünde ülkemizi AET ile Gümrük Birliği'ne götürecek ve tam üyeliği sağlayacak olan Ankara Anlaşması'nı imzaladık. Bu anlaşma hazırlık, geçiş ve nihai dönem olarak üç devre öngörüyordu ve geçiş döneminin sonunda gümrük birliğinin tamamlanması planlanmıştı. Ancak 70 darbesi, 80 darbesi derken Türkiye geçiş dönemindeki yükümlülüklerini yerine getiremedi ve ilişkiler durdu. Ta 1993 Gümrük Birliği müzakerelerine kadar sürdü. İki yıl süren müzakereler sonucu 1996'da Türkiye-AB Gümrük Birliği yürürlüğe girdi. AB Komisyonu 1999'da Türkiye'ye üyelik perspektifini önerdi ve ardından Helsinki Zirvesi'yle Türkiye "aday ülke" olarak kabul edildi. Helsinki'de alınan kararlar AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Orada Türkiye'nin diğer aday ülkelere uygulanan aynı kriterler temelinde, birliğe katılması mukadder aday ülke olduğu tescil edildi. Türkiye, AB ile aynı siyasî kriterlere ulaşmak için Anayasa dahil, geniş çaplı 8 uyum paketini TBMM'den geçirdi, uygulamaya koydu. Bundan sonraki dönemeç 2004 Aralık ayı idi. AB Konseyi, Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini yeterli ölçüde karşıladığına karar verdi. 3 Ekim 2005 tarihinde müzakereleri başlatmak üzere bir "müzakere çerçevesi" hazırlamaya çağırdı ve Komisyonun hazırladığı "Çerçeve Belgesi"ni Haziran 2005'te teyit etti. Bu arada Türkiye Gümrük Birliği'ni 10 yeni üyeyi de kapsayacak şekilde genişleten ek protokolü 29 Temmuz 2005'te imzaladı. Yayınladığı deklarasyonla protokolü onaylamanın Rum kesimini tanıma anlamına gelmediğini duyurdu.. Maval okuyanlar var 3 Ekim önümüzdeki son dönemeç. Çerçeve belgesinin bu tarihten önce üye devletlerce onaylanması gerekiyor. Şimdi bütün çıngar bu deklarasyonu Türkiye'ye yalatmak üzerine kopuyor. Fransa destekli Rumlar "selden kütük kapmaya" çalışıyor. Sarkozy, Merkel hattındaki bir kısım politikacı, Aralık 2004'te gündeme getirilip AB Konseyince reddedilen ve üstelik tarifi bile bulunmayan "İmtiyazlı ortaklık"tan söz ediyor. "Ucu açık müzakere" 27 ülkenin hiç birinde zikredilmemiş bir başka terim! "Kime maval okuduklarını" onlara sormak gerek. Avrupa on binlerce sayfa müktesebatı olduğundan söz ediyor, kabul. Peki bizim yukarıda özetlediğimiz 46 yıllık müktesebatımızı yok sayabilir mi? "Dün dündür, bugün ise bugün" diyebilirler mi? Âkil adamlar toptan ölmüş, yaşayanlar hepten aklını yitirmiş olmalı. Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari son dakika golü peşinde koşmanın Avrupa'nın itibarını yok edeceğini söylüyor. "AB taahhütlerine sadık, şerefli bir topluluktur" diyor ve ekliyor; "Böyle olup olmadıklarını çok yakında göreceğiz!"