Avrupa yolunda devam

A -
A +

AB ile müzakere tarihi yaklaştıkça iç ve dış muhalif kesimlerin hırçınlığı artıyor. Dışarıdaki muhalifler iki cins: Birinciler Orta Çağ zebunu, Hristiyan toplum hayaline kendilerini kaptırmış. Bazı "Hristiyan" partiler ve Vatikan'dan tembihli kimi liderler var. V. Giscard d'Estaing şâkirtleri, Angela Merkel gibileri başı çekiyor. Müslümanlıkla özdeş bildikleri Türkleri (tarihçi Bernard Lewis, Müslümanlığı yeni bir din olarak kabul etmemekte direnen Hristiyanların ihtida edip Müslüman olanlara -onlar Türk oldu- dediklerini nakleder) Avrupa'da görmek istemiyor, her vesileyle Türkiye karşıtı tavır alıyor. İkinci kısım ise aklı pek derine ve ekonomiye işlemeyen, zihnine korku salınmış halk. Onlar (fakir, kalabalık nüfusuyla) Türkiye Avrupa Birliğine girerse işlerini kaybetmekten, refahlarının azalmasından ve İran'la komşu olmaktan korkuyorlar. Türkiye'yi yokuşa sürmek isteyenler "Kıbrıs'ı tanıyın", "Ermenistan ile sorununuz var" diyorlardı. Kıbrıs için "buyurun referandum", Ermeni meselesi için de "işte belgeler, inceleyin" dediğimizde silâhları büyük ölçüde düştü. Şimdi "Ek protokolü imzalayıp, Rum Kıbrıs'ı tanımamak kabul edilemez" sakızını çiğniyorlar. Az kaldı, Eylül başında o sakızı da tükürecekler. Ülkemize yöneltilen Avrupa kaynaklı itirazların ikinci kısmı demokrasi ve insan hakları konusunda. Her vesileyle "Demokrasinizin kalitesi yetmiyor", "insan haklarınız terazide çekmiyor" diyorlar. Bu itirazlarına karşı maalesef zayıfız. Onlar halk iradesini en yüksek değer bildikleri için samimi olarak yükleniyorlar. Bizden açıklama bekliyorlar. Demokrasi / "resmî ideoloji" dönemecini aşamamış bizler, geveliyoruz, kıvırtıyoruz. Tabii yutmuyorlar. Onlar dışarıdan, bizimkiler içeriden İşin bu noktasında iç kaynaklı AB muhalifleriyle, dışarıdakiler birleşiyor. Aynı noktalara vuruyorlar. Dışarıdakiler demokrasi, sivil yönetim, insan hakları, özgürlükler dedikçe, içeridekiler: "Bizi parçalayacaklar, üniterliğimizi bozacaklar, bağımsızlığımızı alacaklar" diye tersinden dayatıyorlar. Dış muhaliflerimize bolca malzeme üretiyorlar. XX. asır diktatörlüklerine özlem duyanların ıstırabını anlıyoruz. Bir asır dediklerini yaptılar; sözlerinin üzerine söz konmadı, darbeler geldi "durun!" diyen olmadı. Mahzenlerdeki kokuşmuşlar fikir diye ezberletildi, fersiz lâmbalar güneş diye satıldı, ideolojileri hiç sorgulanmadı. Geçen asır diktatörler çağıydı, geçti. Şimdi beynin adaleye, bilginin silaha, şeffaflığın yasağa galip geldiği çağdayız. Bu çağın insanları "önce devlet" demiyor. İnsanı öne çıkarıyor. Devlet millete hâkim değil, hâdim olduğu nispette değer kazanıyor. "Neden Avrupa?" diye soranlar anlamış olmalı. Avrupa'yı yığınla mal, işçilerimizin motor üreteceği fabrika, zenginlerimizin eğleneceği Rivyera diye görmüyoruz. Bizde daha âlâsı var. Avrupa yolu ile; ifade hürriyeti başta olmak üzere, temel hak ve hürriyetlerin (şiddete başvurmadan, dayatma yapmadan) sınırsız kullanıldığı, kişinin kendini geliştirmesi ve var olmasının önündeki engellerin kaldırıldığı ortamı söylüyoruz. Türk insanı bu kaliteyi hak etmiştir. İçerideki anti-Avrupacıları çözdüğümüz gün, dışarıdaki anti-Türkleri silahsız bırakacağız.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.