"Avrupalı" kimliği

A -
A +

20. asır tarihi; Osmanlı, Büyük Britanya ve Sovyet imparatorluklarının dağılmaları tarihidir. Büyük çöküşlerin savurduğu parçalar onlarca ulus devletin doğmasıyla sonuçlandı. Etnik özellikler üzerine kurulan ve sınırları içinde ırk, renk, dil, dinî inanç, giyim-kuşam bakımından mütecanis toplumlar damıtmaya özenen ulus devletlerin çoğu diktatörlüklere dönüştü. Kendilerini yanılmaz ve yenilmez bilen diktatörler insanlığa iki dünya savaşı ve bir Yugoslavya felâketi yaşattılar. Milyonlarca insanın ölmesine, ülkelerin tarumar olmasına yol açtılar. Zorlama ulus devletler zihinlerde erimeye, türdeş ulusal kimlikler de çözülmeye başladı. Ülkelerin kan dökücü maceralara girişmelerine mani olmak için uzak görüşlü devlet adamlarınca kurulan Avrupa kömür ve Çelik Birliği, kısa zamanda büyük bir iktisadî başarı kazandı. Avrupa için bir umut kaynağı oldu. Savaş için yapılmış fabrikalar artık barış ve refah için kullanılıyordu. Bu başarı Avrupa'nın bir daha aralarında savaş yapmayacak şekilde yapılandırılması gerektiği fikrini doğurdu. Bunun için birleştirici bir üst kimlik gerekiyordu. Farklı kültürleri, farklı dinleri, farklı referansları bünyesinde barındıran ve meşruiyetinin temelini kültürel çoğulculuğa dayandıran bir kimlik ulus-üstü ve çoğulcu bir medeniyet projesinin dayanağı olabilirdi. ? Medeniyet farklılıkların sinerjisiyle gelişir Kopenhag ve Maastricht kriterleri diye konuşa geldiğimiz tarifler ve ölçüler, referandum sürecindeki Avrupa Anayasası işte böyle bir medeniyet projesinin adımlarıdır. Kabulü de, uygulaması da toplumların alışkanlıklarını zorladığı muhakkak. Türkiye şimdi bu projenin bir parçası olma noktasında. Avrupa Birliği çatısı altında toplanmak elbette klasik ulus-devlet kavram ve uygulamalarından farklı bir şey. Ama varlığından ve kültüründen vazgeçmek, teslim olmak(asimilasyon) anlamına gelmiyor. Daha üst bir kimlikte buluşmak için kaçınılmaz entegrasyon diye düşünmek gerek. Bu entegrasyon egemenliğin, güvenliğin, hürriyetlerin yenibaştan tarif edilmesini, yetkilerin bir kısmının devredilmesini gerektiriyor. Bizim için ne ise, birliğe giren her ülke için aynı. Şimdi dar beyinleri zonklatmak ve Avrupa yürüyüşümüzü saptırmak için akla hayale gelmedik tahrikler yapılıyor. Vatan gidiyormuş, ülke bitiyormuş "söylemleri" yayılıyor. En garip olanı, vaktiyle Avrupalılaşmanın Türkiye için kaçınılmaz hedef olduğunu savunan "seçkin batıcılar" ın şimdi kıvırtıyor olmaları. Baksanıza umudunu bu ülkenin tüm insanlarına değil, "yalıdaki beyaz türklere"(kimlerse onlar) bağlamış "Boğaz medyası" dahi türedi... Hiçbir şey yapmadan üzerimizde bulduğumuz renk, ırk, kemik özellikleri kimliğimizi tarife yetmez. Kimlik iradeyi, cehti, ülküyü de yansıtmalı. Çağdaş kimlik küreselleşmeyi anlamalı. Avrupa Birliği böyle bir iradenin ve çabanın ürünüdür. Türkiye birliğe girdiği gün Türklük ve Müslümanlık müktesebatıyla daha zenginleşecek ve medeniyetler kucaklaşacaktır. Bunu düşünmek, tabiatta tür tür çiçeklerin eşsiz güzellikteki devasa cümbüşünü seyretmek, ya da farklı ağaçların dağlarda oluşturduğu sonbahar buketlerini kucaklamak gibi bir zevk veriyor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.