Hıristiyanların öteden beri İslâmiyeti ayrı bir din olarak kabullenmelerinin çok zor olduğunu biliyoruz. Ta doğuşundan beri reddettiler, Müslüman dememek için "buğday benizliler" dediler, "âsiler" dediler, "barbarlar" dediler. Öyle ki bir Hıristiyan ihtidâ edince (müslüman olunca) Müslüman oldu demezler, "Türk oldu" derlerdi. Ama sonunda Büyük Selçuklu Devleti, ardından Osmanlı İmparatorluğu ile komşu oldular. Böylesine güçlü ve devamlı komşularla yaşamak mecburiyeti olunca "Müslüman kimliğini" tanıdılar. Hıristiyan Avrupa'nın hatırına, o zamandan kalma bir izle, Türk deyince hâlâ önce İslâmiyet geliyor. Avrupa Birliğine girme sürecimizde de bunu yaşıyoruz. AB'nin olmazsa olmaz kriterlerini aslâ yerine getiremeyeceğimizi düşünüyorlar, üyelik müzakerelerine nasıl olsa başlayamayacağımızı sanıyorlardı. Birkaç yılda yaptıklarımız onları şaşırttı. Hazırlıksız yakalanmış gibiler. Kıvırtmaları, dün dediklerinin bugün tersini söylemeleri ondan. Kişi, bilmediğine düşmandır İslâmiyet kendi gerçek kaynaklarından öğrenilebilir. Bu ise ilim, araştırma, nasip işidir. Batı asırlardır İslâmiyeti kiliselerin tanıttığı şekilde anladı. Kendi teslis (trinite) inançlarının karşılığını İslâmiyet'te boş yere arayıp durdular. Teslisteki Christ (krist) kavramının yerine Muhammed aleyhisselâm ismini koyarak peygamberimizi anlayacaklarını sandılar. Tıpkı bizim kulaktan dolma alafranga Müslümanların Batıda ruhban sınıf aleyhine yazılarda yer alan kilise kelimesi yerine câmi yazarak, papaz yerine imam yazarak İslâmiyete saldırmaları gibi aşağılıklar sergilediler. Müslümanları kötülemek için yeteri kadar malzeme de buldular. Meselâ 1960'lardan itibaren Avrupa ülkelerine çalışmak için giden, Türk toplumunun şehirleşmemiş, en fakir kesiminin davranışlarıyla, ya da Mağrip diyarından ülkelerine göç eden cahil kalabalıkların kabalıklarıyla İslâmiyeti eş tuttular. En kötüsü, alnı hiç secde görmemiş Pera sâkinleriyle "söyleşi" yapan Batılı gazetecilerden veya cenaze töreni(!) için gelip, câmi avlusunda kereste gibi bekleşen bînamaz entellerin söylemlerinden İslâmiyeti tanıyacaklarını sandılar... Bu zamana kadar öyleydi. Ama şimdi dinini bilen, Batı dillerini de konuşan, rekabet ortamında kendileriyle yarışan aydın Türklerle de tanışıp konuşuyorlar. Gerçeklerle yüzleşip İslâmiyeti hakikî kaynaklarından öğreniyorlar. Kafa gerisinde asırların kör düşmanlığını saklayanlar yok değil. Bunlardan tarihçi Bernard Lewis, 28 Temmuz'da Die Welt gazetesine, Avrupa'nın "en geç" bu yüzyılın sonunda İslamlaşacağını söylemiş. Türklere kızgın Hollandalı Avrupa Komisyonu üyesi Bolkestein Leiden Üniversitesi'nde Lewis'in sözlerine dayanarak "Genişlemeye devam ederse AB'nin patlayacağı, on yıl sonra 80 milyon Türkün eklenmesiyle Avrupa'nın İslamlaşacağı" iddiasında bulundu. Bundan iki gün sonra Avusturyalı Komisyon Üyesi Fischler Komisyonun diğer üyelerine mektup göndererek Türkiye'nin "Avrupalı olmaktan ziyade Doğulu" olduğunu, daha da kötüsü "Türkiye'nin uzun vâdeli lâik ve demokratik kimliğine dair kuşkuların devam ettiğini" söyledi. Fransız başbakanı Raffarin de "İslâm nehrinin lâik bir yatağa girmesini beklediklerini" seslendiriyor. Hepsinin şuur altında atalarından kalma Türklüğün çağrıştırdığı İslâm korkusu var. Ne edip, ne yapıp Avrupa Birliğine girmeli onları kafa karışıklığından kurtarmalıyız. Medeniyetler çatışması o vakit önlenir.