Ülkemizdeki başkanlık sistemi ve parlamentarizm tartışmalarında karşı karşıya bulunduğumuz tercih "demokrasi ile diktatörlük" arasında olmaktan çok, demokratik sistemler arasındaki bir tercih meselesidir. Öyleyse meseleye hangi sistemin daha demokratik olduğu açısından değil de, siyasal sistemimizle ilgili hangi kaygıların bizi böyle bir arayışa yönelttiğine bakmak gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, ülkemizde başkanlık sistemi taraftarlarının asıl amacı yakın zamana kadar "etkin ve sorumlu bir hükümet yapısı oluşturmak" idi. Zira 2003'e kadar parlamenter uygulamamızın bu amaca pek hizmet etmediği, koalisyonlar ve istikrarsız hükümetlerle, azınlık hükümetleriyle çok zaman kaybedildiği herkesin malumu. Peki, son beş yılda yakın tarihin en istikrarlı ve etkin hükümet dönemini yaşamışken mesele neden gündeme geldi? Bu da meçhûlümüz değil. Üç yıldır pişiriliyordu, iki aydır servise kondu. CHP ve tarihî yandaşı kurumlar elbirliği ederek Meclisi çalışamaz, cumhurbaşkanını seçemez duruma düşürdüler. Cumhurbaşkanını halk oyuyla seçmekten başka çare kalmayınca "başkanlık sistemi" tartışmaları yan ürün olarak ortaya çıktı. Bugün dünya üzerinde başkanlık sistemi ile yönetilen 50 kadar ülke var. Ama bunların ancak on kadarı demokratik başkanlık sistemine sahip. Kalanların hepsi "başkanlık taklidi" sistemler. Parlamenter sistemler ise dünyada daha yaygın. Özellikle başarılı Batı demokrasilerinin hepsi parlamenter sistemle yönetiliyor. Burada bir hususu hatırlamakta fayda var. Batı dünyasında parlamentarizmin bu derece hakim olması, bilinçli bir tercihin ürünü olmaktan çok, tesadüflerin sonucudur. Zira Batı demokrasileri esas itibariyle mutlak monarşilerin anayasallaşması sonucunda ortaya çıktılar. Bu ortaya çıkma sürecinde krallığın muhafaza edilmek istendiği yerlerde başkan seçimi diye bir mesele zaten olmadı. Zamanla cumhuriyete geçen ülkelerde de sembolik devlet başkanlığı yeterli bulundu. Oysa Amerikan başkanlık sistemi "kuvvetler ayrılığı"nı kurumlaştırmak üzere, bilinçli olarak tesis edildi. Şimdi hem demokrasinin işlerliği, hem de yürütmenin etkinliği açısından ne söylenebilir? Daha önce de belirttiğimiz üzere; ülkemizin bugünkü meselesi parlamenter ya da başkanlık sistemleri arasında bir tercih yapmak değildir. Demokratik düzenin tam ve doğru işletilmesi meselesidir. Cumhurbaşkanını halk oyuyla seçmek demokratik bir mecburiyete dönüşmüştür. Halk oyuna başvurmak; bazılarının "padişahlık geri gelir!", "Türkiye felâkete sürüklenir!" hezeyanları ile açıklanamaz. Bunu söyleyenler Halkı "olgunlaşmamış, ne yaptığını bilmez" zanneden on binde yarım "yalı seçkinleri"dir. Gerçek demokrasinin her tür ideolojiye, dayatmaya set çektiğini aslında onlar çok iyi bilirler. Bunu bildikleri için vesayetçi demokrasiden yanadırlar. Onların önce, cumhuriyetin anayasada yazılı niteliklerini, halkın anladığı gibi anlıyor olabilmeleri lâzım. Eğer kavramları ortodoks yorumlama inadı olmasa, ülkemizde ne lâiklik, ne cumhuriyet tehlikededir. Halkın demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti" ile hiçbir alıp veremediği yoktur. Kavramları tarifsiz, flu bırakarak puslu havadan faydalanmak isteyenleri şeffaf ortama çekebildiğimiz gün, toplumu tahrik fırsatları kalmayacak, iç barış yaygınlaşacak, demokrasi tam işleyecektir. Biz Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesi ve yeni sivil bir anayasa yapılmasıyla müzmin sıkıntılarımızın geri gelmemek üzere gideceği görüşündeyiz. ................. [*] Mustafa Erdoğan; Başkanlık Sistemini Doğru Tartışmak ve Burhan Kuzu; Türkiye İçin Başkanlık Sistemi. İçinde; Liberal Düşünce, Bahar 96, sayı 2. ss. 4- 42