İnsanın zaman konusundaki en büyük yanılgısı onu saatle ölçülen bir kavram zannetmesidir. Oysa o hayatın ta kendisi; maddesiyle, manasıyla, biyolojisi ve psikolojisiyle. İnsanın var olma hikmetini kavramasına ve ömrünü değerli kılmasına yarayan bir ortam zaman. Kaynakların en sınırlısı ve en bilinmezi. Ne alınır satılır, ne biriktirilir, ne hızlandırılır, ne de geciktirilir. Saat zamanın sadece kronolojik boyutunu ölçebilir. Hayatın biyolojik ritminden, beynin idrakinden, kalbin derunî vuruşundan hiç haberi olmaz saatin. Zamanı eğer saatle ölçersek, bugünün ve yarınların diğer günlerden bir farkı yok. Hepsi 24 saat. Her saat 60 dakika... Oysa bugün Arefe. Sonra dört gün Kurban Bayramı. Öncekilerden ve sonrakilerden farklı boyutlar taşıyan, süper katsayılı günler. Bu fırsat günlerini düşünüyorum. Büyük şehirlerimizin bazı semtlerinde yaşayan insanlarımız, hele çocuklarımız acaba ne görüp ne anlayacaklar bu günlerden? Bir bayram sabahında ne duyacaklar? Ne yapacaklar? Meydanlara, parklara cami yaptırmayız diye ortalığı şamataya boğanlar sıradan zamanla, derunî ânı acep ayırt edebilecek mi? Harâbat ehli, kâse dışında bir dem olsun beden ötesi hazzı tadabilecek mi? Bazıları mabetsiz semtleri laikliğe daha yakın bulabilirler. Biz aynı fikirde değiliz. Onların tahtası eksik bir hayata zebun oluşlarına üzülüyoruz. Bu duygularla İstanbul'u arşınlarken Yahya Kemal'in 84 yıl önce yayınlanmış bir yazısını (*) okudum. Onunla birlikte gezinmeye başladım. İsterseniz beraber olalım: Ezansız semtler "Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam nasip alabiliyorlar mı? O semtlerde minareler görülmez, ezanlar işitilmez. Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler? İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki, bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler. Mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an'ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir rûh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular. Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar. Eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde, yani alafranga terbiye ile yetişirken, Türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler. Yoksa ne muhit, ne yeni yaşayış, ne semt hiçbir şey bu yavrulara Türklüğü hissettiremez..." >>> Çarşamba günü devam edecek.