Bir bayram hatırası -1-

A -
A +

On altı yaşımdan beri tam düzenli olmasa da günlük tutarım. Ara sıra da güzergâhımdaki sapmaları, yönelişleri kavrayabilmek için eski koordinatlarıma bakarım. Nerede imişim, şimdi neredeyim diye. Geçen gün eski sayfalarda gezinirken bir şeyi fark ettim. İki bayram ve tüm hayatımı etkileyen iki kırılma (moda tabirle dönüşüm). Tam gününe rastlamışken size onlardan söz etmek istiyorum. Yıl 1966 Ege Üniversitesinde öğrenciyim. Anadolu'nun içine kapalı, biraz da mahcup delikanlılarından biri olarak derslerime gidip geliyorum. Kızlı oğlanlı çay partileri beni pek ilgilendirmiyor. Şiiri çok seviyorum, musikî cezp ediyor. O zamanlar İzmir radyosunda vazifeli Neyzen Ahmet Efendiden ney dersleri alıyorum. Hâfız Yusuf Paşanın segâh peşrevini notasına uygun üfleyebiliyorum. Kitaba merakım hepsinden fazla. Sokak aralarında "müstamel kitap" satan birkaç kişi vardı. Kemeraltı'na her gidişimde 2. Beyler Sokağındaki eski kitapçıya uğrar, dizili veya yığılı kitaplar arasına çömelir, saatlerce karıştırırdım. Hisar Camiinde patlayan bomba! O zamanlar İstanbul'da yüz bin kişinin katıldığı "toplu namazlar" kılınıyor, komünizm tel'in ediliyordu. Ramazan Bayramının ilk günü İzmir'de de düzenleneceğini duyunca pek sevinmiştim. Ama ilk otobüse yetişemediğim için, toplu namazı kaçırdım. Bayram namazını Bornova Merkez Camii'nde kıldım. Öğleye doğru bir haber yayıldı: "Komünistler Hisar Camii'ne bomba koymuşlar!". Merak, heyecan ve öfkeyle Hisar Camii'ne gittim. Doğruydu. Ama bomba cemaat dağıldıktan hemen sonra patladığı için, cana zarar olmamıştı. Olay mahallinden ayrılırken gözüm kaldırım kenarına dizilmiş eski kitaplara ilişti. Alışkanlık işte, hemen daldım. Bir tanesi diğerlerinden daha kalındı. Güneşten cildi solmuş, biraz da şirazesi bozulmuştu. Üzerinde Tam İlmihâl Seâdeti Ebediyye yazıyordu. ? Şiirin mıknatısı Merakla alıp inceledim. İçinde tıp, kimya, atom bahisleri var. Bir din kitabında bunların olması tuhafıma gitti. Fakültede okuduğumuz konularla ilgi kurup, 900 sayfaya yakın kitabı dizlerim uyuşarak karıştırdım. Alıp almamakta tereddüdüm vardı. Tam bu sırada gözlerim bir beyte takıldı: Merkezi dâirei iflâs ve bî nevâî Ser şârı sahbâyı hodgâmî ve nâ âşinâî Esseyyid Abdülhakîm Ervâsî. Abdülhakîm Arvâsî adını Necip Fazıl'ın bir kitabından hatırlar gibiyim. Üç kere okudum, anlamadım. Anlayamadım, ama vuruldum! Şiirine, musikîsine, ahengine vuruldum. Pazarlık bile etmeden kaptığım gibi gittim. Öğrendikçe gerildim. Günahlarımla yüzleştim. Ney üflemeye devam ediyordum. Bunu Konyalı olmanın, Mevlânâ'yı sevmenin gereği diye düşünüyordum. Kitapta ise Mevlâna'nın ney çalmayı bırak, ney'i görmediği yazıyordu. Ney'in tasavvuftaki anlamının "kâmil insan" olduğunu söylüyordu. 1968'de mezun oluncaya kadar kulaktan dolma bilgilerimle çelişen, çatışan ilmî bilgilerin cenderesinde sıkıştım. O basınç kimliğime kalıcı izler nakşetti. Arkadaşlarım el ele raks ederek, şen şakrak tatilden dönerken, ben bana yakıştırılan "ot gibi" istihzâsının hizâsından ufuklara bakıyordum. Gün, bir gün ışır mı diye.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.