Emekli olduktan sonra yeterli geliri olmadığı hâlde, büyük şehirlerde işsiz ve bin zorlukla tutunmaya çalışanlara hep hayret ederim. Neden? Derim, buralarda itiş kakış ve yalnız hayata râzı oluyorlar da, köylerine dönüp adam gibi yaşamıyorlar? Büyük şehirlerde yetmeyen köyde yeter. Üstelik etraflarına da örnek olurlar, hizmet götürürler... Bendeniz birkaç yıl önce kafama koymuştum. Bir dağı, bir de yatırı olan küçük bir kasabaya yerleşecektim. Ora insanlarıyla, toprakla hemhâl olacaktım... Dostlarım salıvermediler! Geçen gün bir mail aldım. Kıraç bir Anadolu köyünde emekliliğini geçiren ve köyünün boşalmasını istemeyen, orayı diri tutmak isteyen bir vefakârın feryadını duydum. Çok yere başvurmuş, yazarlara mailler göndermiş, bir sonuç alamamış... Bakın ne diyor: "Ben emekli bir öğretmenim. Konya Ereğli'si Beyören Köyünde yaşıyorum. Köyüm ülkemizin en fakir köylerinden birisi. Doğru dürüst suyu ve yolu yok, topraklarımız kıraç. Bir zamanlar 220 hane idi, şimdi 40'a düştü. Çoğunda insanlar yalnız oturur. Öldüklerinde kapıları kapanacak. Köye traktör geldi, at öküz kalmadı. Beş kişinin bir ayda yaptığını traktör bir günde yapınca, insanlar köyü terk etmeye başladı. Bizim insanımızın yılda 300 gününü boşa geçirme lüksü yoktur. Köylünün köyde kalması için bağ, bahçe ve besicilikle uğraşması gerekiyor. Bu da ancak su ile, yemin çoğunu kendi üretmesi ile olur... Bir sulama kooperatifi kurmuştuk. Elektrik parasını ödeyemedik. Devlet taksitlendirdi ama yine olmadı. Köye gönderilen tahsilli ziraatçılar yol gösterici olamadılar. Çiftçi ile iç içe değiller. Çaresiz kalınca insanlar elindekini satıp, şehre göçtüler. Oralarda amelelik, seyyar satıcılık yaparak yaşamaya çalışıyorlar. Göçenlerin yavruları okuyamayınca "Sokak çocukları" ya da "kapkaççı" deyiverdiğimiz çocuklar oldular. Her köye fabrika kurmak mümkün değil. Lâkin köyleri şehir imkanlarına kavuşturmak ve köylüyü köyünde tutmak mümkün. Köyümüzün dağları bir zamanlar ormanlarla kaplıymış, içerisinde ceylanlar gezermiş. Şimdi olmuş bir çöl. Seneler önce binlerce meşe palamudu bulup dikmiştik. Hayvanlar yiyip bitirmiş, büyümesine fırsat vermemiş. Ama ben sevdamdan vazgeçmedim. Köyün traktör işlemez yamaçlarında kendi imkanlarımla fidan dikmeye başladım. 8 km mesafede bulduğum parmak kalınlığında suyu havuzlarda topladım. Ağaçlara can suyu olarak veriyorum. Şu ana kadar sedir, çam, dişbudak, meşe, mavi servi, mahlep, ceviz, antepfıstığı vs. on bin ağaç diktim. Hepsi de büyüdüler. Fırsat buldukça dikim işine devam ediyorum. Tek sıkıntım su. Kuyular kazdırdım, beni dolandırdılar. Bürokrasiye başvurdum, merhem olmadılar... İki şeye ihtiyacım var. Biri çalıştığım sahada su.. İkincisi çukur açacak bir kepçe. Gücüm tükenmeseydi kimseyi rahatsız etmeyecektim. Para yardımı filân istemiyorum. Başladığım işin yarıda kalmamasını istiyorum... Bunu başarırsak çok kişi köyünü terk etmez. Televolenin tozu dumana kattığı şu ortamda bu gibi şeyler insanımıza anlatılsa kim bilir ne güzel şeyler olur. Artık dedelerimiz gibi yeni topraklar fethedemeyiz, ama 20 kat verimli hâle getirebiliriz. Su damlayı damlayı mermeri deler... Konya Ereğlisi Beyören köyünden Rahim Demirbaş Tlf: 0332 713 5877" ....................... Bendeniz özetledim. Belki Köydes, Beldes, belki Tarım Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı veya bir başkası duyar diye...