Avrupa Birliği iki hafta önce elli yıllık geçmişinde yaşadığı en büyük sarsıntının şokunu henüz atlatabilmiş değil. AB'nin önceki dönem başkanı J. C. Juncker AB bütçesi çerçevesinde ortaya çıkan anlaşmazlığı yorumlarken, bunun çok derinlerdeki bir kırılmanın habercisi olduğunu ve yarığın kolayca doldurulup yapıştırılacak cinsten olmadığını söylemişti. Dört gün önce AB dönem başkanlığı görevini İngiltere Başbakanı Tony Blair devralmış bulunuyor. Yıl sonuna kadar geçecek bu süre Avrupa Birliği için olduğu kadar ülkemiz için de önem taşıyor. Buraya bir nokta koyup, Avrupa'nın dibindeki yarığa daha yakından bakalım. Herkesin niyetine göre değişen çok sayıda Avrupa [*] varsa da, kalın çizgiyle ayırdığımızda iki temel Avrupa vizyonunun çarpışmakta olduğu görülür. Birincisi Fransa ve Almanya'nın başını çektiği sosyal güvenlik yönleri ağır basan ve sonunda siyasî bütünleşmeyi hedef alan, Amerika'ya alternatif olabilecek güçlü bir Avrupa inşa etmek. İkincisi ise İngiltere'nin öncülük ettiği (Hollanda, İsveç ve birkaç yeni üyenin de desteklediği) rekabetçi piyasa ekonomisinin işlediği geniş bir ticaret bölgesi oluşturmak. Brüksel krizinin arkasında birbirine zıt bu iki Avrupa fikrinin çarpışması var. Avrupa treni artık Manş'ın öte yakasında Güçlü siyasî Avrupa'yı savunanlardan Fransa Cumhurbaşkanı Chirac son anayasa referandumuyla karizmasını çizdirdi. Şansölye Schroeder ise arkasındaki halk desteğini yitirdi. Almanya Eylülde erken seçime gidecek. Büyük ihtimalle iktidardaki kırmızı-yeşil koalisyonu gidecek yerine sağ-Hristiyan demokratlar gelecek. Mr. Chirac 1970'lerde Tarım Bakanı olduğu zamandan beri çiftçilere yaslandı ve Fransa'yı tarım önderi kılmaya çalıştı. Ama politikası bugün Fransız aydınları tarafından şiddetle eleştirilmektedir. Tarım diye, diye AB bütçesinin %40'ını nüfusun %5'ine aktarmaya çalışmanın ne kadar tutarlı olduğu sorgulanmaktadır. Çağın meydan okumalarına koyunlara kaval çalarak, tarlalara uzanarak karşı konulamayacağı fikri Avrupa'da dalga dalga yayılmaktadır. Nerde kaldı ki tarım eksenli AB bütçesi 2013 yılına kadar sürdürüle! Mr. Blair tam da Chirac-Schroeder ittifakının yara aldığı bir sırada, İngiliz diplomasisine has incelikle ortaya çıkıyor ve Avrupa'nın geleceğinin bütçesini ortak tarım politikasına yatırmakta değil, 2000 Lizbon stratejisinde öngörülen "dünyanın en dinamik ve rekabetçi ekonomisini kurarak" mümkün olduğunu söylüyor. Avrupa'nın modern ve etkin bir ekonomiyle dünya sahnesinde yer alabileceğini savunuyor. Avrupa Birliğinin statükoya yapışarak değil, değişim ile sürdürülebileceğini vurguluyor. Başkanlığı döneminde tarlalara yönelmeyeceğini, yüzünü teknoloji vadilerine çevireceğini söylüyor. Mr. Blair başarılı olabilirse Avrupa treninin makas değiştirip, Paris-Berlin hattından Londra Garında son durak yapacağını, Washington mahreçli fikirlerin de servise konulacağını söylemek kehanet sayılmaz. Böyle bir gelişme ise Türkiye'nin menfaatlerine ters düşmez. ..... [*] Jacques Attali : Europe(s), Fayard, Paris 1994