Büyüme, gelişme ve sürdürülebilirlik

A -
A +

İktisat okuduğumuz yıllarda büyüme ve gelişme kavramlarını tartışırdık. Büyüme miktar ve hacimle ilgili bir kavram. Milli gelir artışı ekonominin büyüdüğünü, bebeğin kilosunda artma veya boyunda uzama varsa onun büyüdüğünü söyleriz. Ama gelişme keyfiyetle, kaliteyle ilgili kavram. Gelir dağılımının düzelmesi, sosyal adaletin yaygınlaşması, insanların iktisat ötesi fikir, inanç, özgürlük ve refah arayışları gelişmeyle ilgili. Bebeğin konuşmaya başlaması, çocuğun olaylar arasında ilişkiler kurması, değerler edinip kişilik bulması da gelişmeyle ilgili. Gerçi bu kavramlar karışmıyor değil. Mesela "kalkınma hızı" dediğimizde büyümeyi, "kalkınma planı"ndan söz ettiğimizde gelişmeyi söyleriz. Bir ülke gelişmeden büyüyebilir. İnsanları daha çok çalıştırarak, ama onlara artan gelirden pay vermeyerek, sosyal haklar tanımayarak kazanç artırılabilir. Toprakları aşırı kullanarak, ormanları ısınma (yakacak) amaçlı kullanarak, fabrikaların atıklarını çevreye boca ederek gelir çoğaltılabilir, ekonomi büyütülebilir. Ama sürdürülemez. Sürdürülebilir olması için toplumu geliştirmek lâzımdır. Yani çalışanlara daha fazla serbest zaman bırakan işletme tarzlarına geçmek, artan gelirden daha fazla pay vermek, sendikalaşma ve sosyal arayışlarına imkân tanımak, kaliteli evlerde oturtmak, bakımlı, sanat ve entelektüel birikimli olmalarını sağlamak, fabrika atıklarını arıtmak, havayı kirletmemek zorundasınız. İnsanlık teknik buluşlarla tabiatı istismar etme gücünü artırdıkça, kör hırsıyla saldırdı. Toprağa, suya, yer altına, tabiattaki böceklere, ormandaki türlere abandı. Gelecek nesillerin haklarını bile hoyratça kullandı. Tabiatla kalmayıp insan adalesini zorladı, hatta beynine işleyip ideolojilerle robotlaştırmaya çalıştı. Yerine konmayan kaynakların bir gün tükeneceğini, kendini yenileyemeyen kurum ve düzenlerin çökeceğini düşünemedi. İnsan haklarından yoksun bırakılan kitlelerin uzun süre güdülemeyeceğini, toplumun sürü olmadığını anlayamadı. ? Hocanın merkebi neden öldü? Ülke gelişmeden büyüyebilir, ama bir sınıra kadar. Yani tarım yapılan toprağın, kullanılan suyun, işletilen madenin, zorlanan adalenin, vicdana tahakkümün, borçlanmanın, havayı kirletmenin bir sınırı var. Bu sınırdan öte verim alınamaz, hatta bir noktadan sonra hiçbir şey yapılamaz. Tıpkı Nasreddin Hoca'nın merkebi gibi. Her gün biraz daha iş yüklersin, masrafını azaltmak için yemini azar azar kısarsın. Merkep çalışır üretim artar, bunu daha az yem yiyerek yaptığı için net kazanç büyür. Ama gün gelir merkep açlıktan ölür! Hocanın "Yemeden yaşamaya tam alışacaktı, ömrü yetmedi!" dediği durum. 20. asrın çoğu ülkeleri ve şirketleri böylesine bir büyüme peşinde oldular, gelişmeye akılları yetmedi. Komünizm ve diktatörlükler semirdi, obez ve geri zekâlı şirketler oluştu. Sonrası malûm komünist ülkelerin hepsi çöktü, obez şirketler dağıldı. Cemiyetin çektiği bunca sıkıntı, kemiyeti/hacmi büyüten, ama keyfiyeti/kaliteyi ihmal eden sakat anlayıştan gelmiyor mu? 21. asır toplumları fiziğiyle ve hacmiyle değil, medeniyet kimyasıyla tanımlayan işaretler veriyor. Eşrefi mahlukâtı bütün amaçların ve arayışların merkezine koyan bu anlayış galip gelirse, 20. asırda horlanan insanlık, rövanşı almış olacak.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.