Bugün 29 Ekim. Cumhuriyet yönetim biçimini kutladığımız en önemli resmî bayramımız. 1923'ten beri her köyümüzde, kasabamızda, şehrimizde ve dış temsilciliklerimizde özel tedbirler alır, her yeri süsleriz. Tüm okullarda ve meydanlarda çeşitli etkinlikler yaparız. Şiirler okur, marşlar söyleriz. Cumhuriyetle ilgili oyunlar sahneler, sergiler düzenleriz. Bugün içinde bulunduğumuz siyasî konjonktür sebebiyle belki daha vurgulu, heyecanlı, görkemli olmasına çalışacağız. Bunların hepsi olmalı. Ama artık iki şey olmamalı. Birincisi "mitingcilerimiz" bu günü geçtiğimiz Nisan-Temmuz döneminde yaptıkları gibi "cumhuriyet istismarı"na dönüştürmemeli. Toplumumuzun çoğulcu gerçeklerinden bîhaber, sırça köşklerinden ferman okumamalı, şu hassas günlerimizde bölücülük yapmamalılar. İkincisi ve daha önemlisi devlet ricâlimiz ve tüm resmî söylemciler, Cumhûriyet Bayramını artık geçmişe sövgü, Osmanlı ceddimizi ve medeniyetini kötüleme vesilesi olarak kullanmamalı. Kutlama mesajlarını toprak altındakileri yermeden ve eskiyi aşağılamadan vermenin, duyurmanın yollarını bulmalılar. Sözüm kimseye ağır gelmesin. Toplumumuz, ilkokuldan başlayarak, tüm eğitim kademelerinde Osmanlı Cihan Devletini kötüleme ve aşağılama üzerine kurulu bir beyin yıkama cenderesinden geçirildiği için tarihine karşı düşmanca hislerle doldurulmuş hâlde. Evi ile okulu, ebeveyni ile öğretmeni arasındaki söylem farklılıklarının çatışmasını yaşıyor. Çifte şahsiyetle yaşayan acayip mahluklar oldular... Bu zorlama ve sahtecilik bitmeli. Devletimizi ve medeniyetimizi 1920'lerden başlatma gayretkeşliği son bulmalı. Tarihin devamlılığını ve medeniyetin bir birikim olduğunu göz ardı eden bu yavanlık bizi âleme rezil ediyor. Fuzûlî'yi, Bakî'yi, Dede Efendi ve Itrî'yi, Pîrî Reisi yetiştirmiş, Sinan'a kubbeler, köprüler çattırmış Osmanlı, bugün ABD'nin tek taşını bile oturtamadığı şu coğrafyada, 600 yıl düzen kurup, hüküm sürdü. Ceddimiz ile barışma zamanıdır. Bugünlerde bolca istismar ettiğimiz Mevlevî, Bektaşî ve daha nice gönül mimarları kimin mâzisinden geliyor? Türkiye Cumhuriyetini hangi paşalar kurdu? Cumhuriyet kurulurken ona vücut veren toplum hangi toplumdu? "Adriyatik'ten Çin Seddine" hangi mirasımızla uzanıyoruz? Varlığımızı o büyük ve yekpare ana kaya ile bütünleştirme zamanıdır. Maddî ve manevî müktesebatımızı Osmanlı ile yeniden temellendirme zamanıdır. Cumhurbaşkanı forsunda 16 yıldız bulunması, Sayıştay'ın, Danıştay'ın, Kara Kuvvetlerimizin kaç yüzüncü kuruluş yılını kutlamak bize gurur veriyor. Ama yetmiyor. Cumhuriyeti yüceltmek için "sultanların kimisini meczup, kalanını hain" tanıtan komediye de son verelim. Değilse, o devlet 600 yıl nasıl yaşadı? Diye sorarlar adama. İyisiyle kötüsüyle, zayıfıyla, kudretlisiyle onlar bizim geçmişimizdir. Ceddimizi kucaklamaktan neden çekiniyoruz? Geçmişiyle yüzleşebilen toplumlar tek tip endoktrinasyon sürülerinden daima üstün ve faziletlidir. Süleyman Demirel cumhurbaşkanı iken "geçmişte Osmanlı İmparatorluğunu hep kötüledik". Bunu "cumhuriyet rejimini daha kolay yerleştirmek için yaptık" demişti. Geçmişe sövgünün bu çarpık mantığını tarihçi Ercüment Kuran şöyle açıklıyor: "Her rejim, durumunu pekiştirmek maksadıyla, kendinden öncekini kötüler. Fransa ve Rusya'da olduğu gibi, Türk devrimi de Osmanlılık ile bağlarını kopardı. Âbidelerden, çeşmelerden turalar kazındı. Osmanlı vezir ve kadılarını ırz düşmanlığı ve rüşvetçilikle itham eden piyesler oynandı"[*]. Bakın vaktiyle Osmanlı'yı dağıtan güçler bugün taşlarını alarak yine çıkageldiler. Bir çiçek de biz atmayalım. Bir bölen de biz olmayalım! PKK terörü ve Ermeni yalanı ile gerilen bütünlüğümüzü korumak için, yapıştırıcı olarak şehit kanlarını kullanmadan önce, "ebed müddet" mirasımıza sahip çıkalım. ....... [*] E. Kuran; Türkiye'de Osmanlı Mirası. Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, 7. cilt, s. 541.