Demokrasinin neresindeyiz?

A -
A +

Önceki yazımda Türkiye ekonomisinin temel verilerini yorumlamış ve kalkınmanın rayına oturduğunu, sıranın adaleti sağlamaya geldiğini ifade etmiştim. İçinde bulunduğumuz günler, yaşadığımız sıcak olaylar adaleti sağlamanın yani hukukun üstünlüğüne dayalı bir ülke olmanın önemini iyice ortaya çıkarmış bulunuyor. Oraya demokrasi ile varacağız. Başbakan geçenlerde bir mülâkatta "Sıra adaleti sağlamaya geldi" diye söylüyordu. Umutlandım. AK Parti Milletvekili adayları arasından Prof. Zafer Üskül adı dikkatimi çekti. O Rahmetli Bülent Tanör'ün "Türk Demokrasisinde 130 yıl*" çalışmasını güncellemiş ve dört ay önce TÜSİAD tarafından düzenlenen bir toplantıda açıklamıştı. Oradaki ifadeleri ve rapora yansıyan vukufu yeni dönemde katılımcı, sivil bir anayasa hazırlamak için kendisinden çok şey bekleyebileceğimizi müjdeler mahiyette. Ülkemizin bulunduğu coğrafyada, piyasa ekonomisine dayalı kalkınmasıyla çok farklı konumda olduğunu görmezden gelemeyiz. Ama sadece kalkınma yetmiyor. Milletimiz yarım yamalak, topallayarak yol alan garip demokrasiyi değil, gerçek demokrasiyi istiyor. Kendimizi çevremizdeki krallıklar, diktatörlükler ile değil, gelişmiş batı demokrasileriyle kıyaslamalıyız. İnsanımızı iç çatışmalardan uzaklaştırmak, ülkede enerji ve kaynak israfını önlemek, toplumsal uzlaşmayı tesis etmek, siyasî ve iktisadî istikrarı kalıcı kılmak için daha şeffaf, daha katılımcı bir demokrasiye ihtiyacımız var. Halkın modern demokrasi özleminin, statükoyu değiştirmek ve iktidarını paylaşmak istemeyen vesayetçi kesimler nezdinde her zaman dirençle karşılandığını biliyoruz. Onlar halkın demokrasi ve daha fazla özgürlük taleplerini "rejimi yıkmaya yönelik tehditler" olarak mahkum etmeye çalışırlar. TUSİAD aylar önce yayınlanan raporu ile müzmin yaramıza adeta neşter vuruyor: "... içinde yaşadığımız günlerde de benzeri bir dirençle karşı karşıya olduğumuzdan ve bu direnci besleyen dış faktörlerin varlığından söz edebiliriz. Bir kez daha "dış düşman" retoriğinin hortlatıldığına, asayiş ve güvenlik konularının masaya sürüldüğüne, ulusal birlik ihtiyacının altının çizildiğine şahit oluyoruz. İnsan bu söylemlere kendini kaptırdığında, demokrasinin güven ve huzurla birlikte var olamayan, birlik ve beraberliği tehdit eden, uzlaşma değil, bir "çatışma" rejimi olduğu sonucuna varabilir. Bu tehlikeli söylemin dışında, bir de mevcut demokrasinin dar kalıplar içine sıkıştırılması çabasına şahit olabiliyoruz. Bu çabaların, ülkeyi demokrasiden uzaklaştırıcı özelliği daha az dikkati çekmektedir. Burada demokrasi karşıtı tutumu yakalayabilmek için, yapıları değil işleyişleri ve zihniyeti, yasa metinlerini değil uygulamaları izlemek gerekir." Statükocu zihniyet her yerde yasaları kendince yorumlayarak, değişimi yavaşlatmaya veya engellemeye çalışır. Bu davranışın sahipleri, toplum içinde bazı kesimleri demokratik haklardan yararlanmaya ehil görürken, diğerlerini görmezler. Demokratik alternatifleri "toplum yararına" kılıfıyla sınırlamak isterler. Demokrasi çoğulcudur, hoşgörülüdür, çözüm için birçok alternatifi tartışmaya hazırdır, uzlaşmacıdır. Eğer toplumlar bir yerde ak ile kara arasında bir tercih yapmaya zorlanıyorsa, orada mutlaka demokrasi adına bir kayıp olduğunu düşünmek lâzımdır. ................................... [*]"Türk Demokrasisi'nde 130 Yıl (1876-2006): Prof. Dr. Bülent Tanör'ün Anısına Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri 10. Yıl Güncellemesi Raporu. Şubat 2007, TÜSİAD

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.