Yarın ülkemizde ne olacak? Yine hangi çomak sokulacak tekerimize? Endişesini çekmeden bir mevsim geçiremeyecek miyiz? Kaburgalarımız ciğerlerimize batmadan, doyasıya bir nefes çekemeyecek miyiz? Çok umutlanmıştık... Demokratik bir seçim yaptık, siyasî belirsizlikleri ortadan kaldırdık, cumhurbaşkanımızı da seçtik. Bundan sonra özgürlük, etkin yönetim, zenginlik, üst sıralarda insani gelişmişlik arayışlarına düşeceğiz diye hevesleniyorduk. AB ilişkilerimizi tekrar masaya yatıracaktık... Birden PKK saldırıları, şehit cenazeleri ile irkildik. Ermeni tasarısı ile kan beynimize fırladı. Silâha sarılmak, alçaklara haddini bildirmek duyguları içimizi kapladı. Artık ötekileri gündemden çıkarabiliriz... Bunu istiyorlar. Siz, diyorlar dağın şu yamacı senindi/bu yamacı benimdi kavgası yapın, Beş bin dolar çok bile size. Çarıkla gezin, isterseniz yalın ayak, Dövüşün, bir bahane bulup birbirinizi boğazlayın... Bize elli bin dolar az geliyor. Dünyanın üstü gibi, altı da bizim olmalı. Uzayı da bize bırakın. Yerlerde sürünmek neyinize yetmez? Demeye getiriyorlar. Bu oyuna gelmeyeceğiz, gelmeyelim... Çok temkinli olmak zamanıdır. Sabrımızı zorladılar, ayranımızı yeterince kabarttılar. Bir kıvılcım artık tek bekledikleri... "Yürüyün, ileri!.." diyelim. Aşalım dağları, dümdüz edelim. Kalabalık arasında "arazi olmuş" birkaç çapulcu bulursak vuralım. Ama yaptığımız iş, kaçırdığımız kuşa değmesin. Oluk oluk para aksın, bölük bölük erler, yiğitler gitsin. Geride kan, kin ve gözyaşından başka bir şey kalmasın.... Avrupa yolu kapansın. Zengin, özgür, demokrat toplum hevesimiz kursağımızda kalsın... Bunu istiyorlar. Hayır! Gelmeyelim bu oyuna, düşmeyelim o çukura! Her rengi ve kültür deseniyle halkımız, yangına körükle gitmeyen medyamız, her partiden politikacımız, her seviyeden bürokratımız, yöneticimiz, patronumuz, işçimiz; Düşmeyelim kazılan bu çukura... Değilse, nice on yıllar biz çukurda çırpınırken, onlar yeni zirveler tutacaklar. Daha irileşmiş olarak, bize nanik yapacaklar, horlayacaklar. Yıllardır üst üste binerek geldi bu üzüntü yumağı önümüze; Şemdinli'nin dağlarından kağnı ile doğuma götürülen anne, karın kestiği yolda can verirken onların ıstırabını ne biz, ne devlet duymadı, Yolsuz, susuz, elektriksiz, okulsuz mezralarda insanlar doğdular büyüdüler ve öldüler. Yıllar ve nice on yıllar kimsenin haberi olmadı, doğudaki gönül erozyonundan. "Haso'lar, Hüso'lar" diye çağrıldılar, adam gibi anılmadılar hiç... "Fasa fiso" dediler, dertlerini kulak ardı ettiler. Birike birike dert yığını oldu. Ülkelere sınır, insanlığı had belirleyen "Küresel ağababalar" boş durmadılar. Biriken ihmallerimizi kin yumağına dönüştürdüler. Şimdi kullanıyorlar. Diyarbakır'da, Şırnak'ta, Şemdinli'de dağlık arazide PKK olarak, Paris'ten Washington'a soykırım yalanı, Ermeni Tasarısı olarak karşımıza koyuyorlar. Senaryonun farkında mısınız? Ayağı yere değmeyen "cumhuriyet mitingcilerimiz" dün "ordu göreve!" diyorlardı. Tutturamadılar. Şimdi bir ağızdan "Ordu Irak'a!" diye yırtınıyorlar. Âlem bize düşman, içimize kapanalım istiyorlar. Saatleri bir asır önce takılıp kalmıştı. Bugüne gelmeye hiç niyetli değiller. Fırsatını bulurlarsa ülkeyi yüz yıl geri çekmeye bakıyorlar... Son olaylar karşısında Sayın Çiçek "sözün bittiği durum"dan söz etmiş. Hayır, bin kere hayır! Söz asıl şimdi başlıyor, başlamalı. Sözü biterse siyasetin nesi kalır? Söz bitmez, bitmemeli efendim. İnsanlar sözle anlaşır, silahla dövüşür! Hükümet mitingcilerin izine de, tezine de düşmemeli. 22 Temmuz ayrım çizgilerini yok etmemeli. Yüzde kırk yedi desteği kaybetmemek için söze devam etmelidir...