Kıbrıs kapanından çıkmak

A -
A +

İnsan beyni kurallarla düşünmeye yatkındır. Bir karar vermek gerektiğinde beyin hemen arşivindeki kayıtlara döner. Eskiden aynen yaptığımız veya yaşadığımız benzer bir olayı emsal olarak bulur ve hatırlatır. Biz de bu emsale göre karar veririz. Bu çok sınanmış ve doğruluğu kesin olarak anlaşılmış, değişmeyen olaylar ve ilişkiler için eşsiz bir kolaylıktır. Ama ne var ki hayatta her şey eski tecrübelerimizi kopya ederek, başarılı sonuçlar almaya yetmiyor. Eşyanın tabiatında, insan anlayış ve davranışlarında değişimler var. Toplumların ilişkileri hep yenilenen değerler ve kriterlerle gelişiyor. Medeniyet, toplumda yeşeren yeni kavramlara ve kabullere göre ilkeleri, kanunları, politikaları ve çözüm yöntemlerini yenilemeyi gerektiriyor. Bu değişimi anlayan liderler toplumları ferah yörüngelere taşırlarken, zihniyetini değiştirmeyenler halklarını dar kutulara, karanlık kapanlara tıkıyorlar. Kıbrıs bir kutuydu Kıbrıs bizim neslin en çok duyduğu dış politika meselesidir. Daha ilkokul çağlarında iken "ya Kıbrıs ya ölüm", "ya taksim ya ölüm" sloganları ile yürüdük. Parmak uçlarımızı kanatarak boyadığımız Kıbrıs haritalarını demet demet postaladık. Mitinglerde toplandık, Makarios posterleri yaktık. "Ayıdan post, Yunandan dost olmaz!" dedik. Sâdece Yunanistan'ı değil, Suriye, Irak, İran, Rusya, Kafkasya, Bulgaristan hepsini düşman bildik. Kıbrıs'ı Anadolu'nun karnına uzanmış bir uçak gemisine benzetip, topla bizi vururlar dedik. Saldırılardan korunmak üzerine kurulmuş miyop politika vardı, kafalarımız da öyle doldurulmuştu. Düşmanlarla çevrili bir ateş çemberinde yaşıyor olmayı, hem silâhlanmaya gerekçe, hem de iç politika başarısızlıklarına bir kılıf olarak 40 yıldır kullanıp durduk. Bunlarla devlet politikamıza kırmızı çizgiler oluşturduk. Yeni paradigma Yaşamak için düşmanını öldürmek soğuk savaş döneminde devletlerin, büyümek için rakibini vurmak bilgi çağı öncesinde şirketlerin stratejileri idi. Ama artık o şartlar kalmadı. Şimdi ikimiz de kazanalım, birlikte güçlenelim stratejisi var. Almanya ve Fransa iki can düşmanı idi, dost olmanın ötesinde sanki tek devlet oldular. Kuzeyimizde düşman yok artık, büyük ticaret ortağımız var. Bakın Suriye ile buzlar eriyiverdi. İstenirse oluyormuş meğer. İstiklâl Harbimizden beri Yunan ve Rum düşmanımızdı. Hep öyle mi kalmalı? Artık barışamaz, hiç dost olamaz mıyız? Kutunun içinde kaldıkça, şablonlarla düşündükçe olamayız. Ama köhnemiş siyaset ininden çıkıp, geniş ve aydınlık bakınca neden olmasın! Buyurun; Annan önünde dünkü düşmanlar el sıkıştı, uzlaşma ve barışma yolu açıldı. Borsaya, ekonomiye, yüzlere yansıyan iyimserliği görüyor musunuz? Ne oldu da başarıldı? Türkiye Yunanı boynu vurulacak düşman değil, bilakis koruyup kazandıracak komşusu olarak gördü ve politikasını öyle oluşturdu. Denktaş, Annan Planı'na önceden "esaret" diyordu. Başka noktadan bakınca onda "cesaret" gördü. Yunan ve Rumlar da öyle yaptı. Kafaları kutularda hapsetmeyen, ben farklı bakıyorum diyebilen AKP Hükümetini, çözüme katkıda bulunan herkesi candan kutluyoruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.