Fransa'da yaşananları takip ediyorsunuzdur. AB yolumuzda bize etmediğini komayan, insan haklarından, azınlıklıkların korunmasından ders vermeye kalkan, kaç ayar Avrupalı olduğumuzu sorgulayan Fransa, 50 yıl önce Cezayirliler için çıkardıkları yasaya dayanarak ülke çapında olağanüstü hal ilân etti. Henüz büluğ çağındaki çocuklar bir anda ayaklandılar. Ellerinde taşlar, kıyasıya polisle çatışıyorlar. Her gün yüzlerce araba yakıyor, tahrip edilebilecek ne varsa tahrip ediyorlar. Paris banliyölerinde başlayan alev tüm Fransa'yı sarmış bulunuyor. Benzinin alev alması gibi bir parlama. Bir toplumun bağlarının nasıl çözüldüğünü göstermesi bakımından ibretler bulunan bu tabloyu yakından analiz edelim: İçişleri Bakanı M. Sarkozy nefsinde Fransız seçkinlerinin küstahlığını, kibrini ve çokbilmişliğini sembolleştirmiş olarak; olayları bastırmak için şiddete başvurmaktan çekinmeyeceğini, o pis eylemcilere devletin gücünü göstereceğini söylüyor. Kimdir bu "pislik" denilen yeni yetmeler? Nereden çıkıp geldiler? Bunlar Osmanlı'dan koparıp, sömürgeleştirdikleri Mağrip insanlarının torunları. Yarım asırdır göç dalgalarıyla gelenler. Fransızlar tarafından sokaklarını süpürmeye, bağ bozumunda bostan devşirmeye çağırılanlar. Hizmetçiler, işçiler, siyahî "ötekiler".... Çağırdılar ama renklerini, örflerini horladılar. İnançlarından dolayı dışladılar. "Ötekiler"e mahsus okullarda okuttular, mostralık diplomalarla donattılar. Hürriyet, eşitlik, kardeşlik ilkelerini sloganlaştırıp dünyaya yayan Fransızlar, inanç özgürlüğünün en çok konuşulduğu bu çağda dindarları 1905 tarihli "laiklik yasası" ile boğmağa çalıştılar. 1789 ihtilâlinin Cumhuriyetçi söylemini farklılığa, kimliğe, kültüre karşı giyotin gibi kullandılar. Yıllardır medya araçlarıyla "İslam/terör", "Müslümanlık/hurafe", "Araplık, siyahlık, geri kalmışlık" tezleri işleyip, onları yarı insan yarı hayvan mahluklar gibi andılar. En alttakiler dedikleri esmer, kalın dudaklı, kıvırcık saçlı insanları kendi ışıklı, şaşaalı, kahkahalı dünyalarının dışında tuttular. Siyahî iseler eğlence yerlerine almadılar, kiralık ev vermediler, komşuluk istemediler. Onlar da kendi içlerine kapanıp gettolaştılar... İlk işaretler 80'li yılların başında gelmişti. Bugün 50'li yaşlarda olanlar Paris meydanlarında toplanıp "Bizler vatandaşız, vergi veriyoruz, Fransız kimliğimizle askerlik yapıyoruz, sendikalarda kayıtlıyız. Ama bizi yine "göçmen Afrikalı" görüyor ve dışlıyorsunuz" diye feryat ediyordu. Onlar ilk nesildi. Şimdi sokaklarda araba yakanlar, intifada yapanlar üçüncü nesil. Yani sisteme çoktan entegre olmuş olması gerekenler. Fransa eğer onların kimliğini tanıyarak, farklılıklarını kabul ederek entegrasyonu (bütünleşmeyi) düşünseydi böyle olmazdı. Tam aksine kültürlerini ve kimliklerini yok etmeyi yani asimilasyonu hedeflediler. Plânları tutmadı, bugün o yanılgının faturasını ödüyorlar. 40 yıl önce kapıyı çalanlarla kapıyı aralayanlar bugün kavga ediyorlar. Çağrılmış ama doyurulmamış, onurlandırılmamış yığınlar bilenmiş olarak Paris sokaklarında alev saçıyorlar. Ve güdük siyasetçiler meselenin kökenine inmek yerine alevlere su sıkıyorlar. Fransızlar 5. Cumhuriyeti de eskitmiş olsalar gerek. Patlamaya hazır bir krater üstünde dans ediyorlar.