Küreselleşme 1980'lerden sonra dünya literatürüne girmiş bir terim. Sovyetler Birliği'nin yıkılış tarihlerine rastladığı için, soğuk savaş dönemine mahsus politika, kavram ve araçların gündemden çekilip, yeni dünya düzeninden söz edilmeye başlanmasıyla eş zamanlıdır. Küreselleşme büyük şirketler vasıtasıyla teknolojinin, bilginin, sermayenin sınır tanımadan yayıldığı uluslar-aşırı bir hareket olduğu için, geçen yüzyılda revaç bulmuş olan ulus-devlet kurum ve kavramlarını zorlamaktadır. Küreselleşmenin ticarete, politikaya, çevre korumaya, insan haklarına yansıyış şekli, yeni dünya düzenine karşı ulus-devlet taraftarlarını âdeta var olma savaşına itmiş bulunmaktadır. Çevremizde olan bitene baktığımızda küreselleşmenin ülke ekonomilerini büyüttüğünü, refahı artırdığını görüyoruz. Buna karşılık iktidar sahiplerinin siyasî ve iktisadî tedbir ve tercihlerini daralttığını, sınırlı bir alanda hareket imkanı bıraktığını da anlıyoruz. Önceki yazımızda küresel elbisenin ölçülerini vermiş ve bunun tek tip olduğunu söylemiştik. Bu ölçüye uyulmaz ise küresel yatırımcılar sırtlarını dönüp kaçıyor, ulusal borsalar tepetaklak oluyor, dövizler fırlıyor, faizler yükseliyor. Ardından işsizlik ve sosyal çalkantılar geliyor. Bunu yaşayarak çok iyi öğrenmiş olan gelişmiş ülkelerde siyasî tartışmalar bizdeki gibi radikal sapmalar göstermiyor. Yani adları sosyalist, demokrat, sosyal demokrat, cumhuriyetçi, muhafazakâr, Hıristiyan, yeşil, işçi yanlısı vs... ne olursa olsun partiler artık katı devletçiliği, komünizmi, aşırı milliyetçiliği, piyasalara müdahaleyi savunmuyorlar. Sağ ve sol etiketler de unutulmuş gibi. Herkes aynı gemide gittiğinin farkında. Onlar geçmiş tarihî şartlara göre değil, küresel nimetlerden daha fazla faydalanmak için piyasa şartlarına bakıyorlar. Buradan ne ders çıkar diye sorduğumuzda, küresel nimetlerden tam istifade edebilmek için, ülkemizin önünde tek bir yol bulunmaktadır. Küresel elbiseyi korkmadan, ürkmeden giymek. Bunun için de demokrasiyi bütün değerleriyle yaşatmak ve piyasa ekonomisini tüm kurumlarıyla tam işletmek. Olmazsa olmaz bu gerçekleri tam uyguladığımız gün tırmanan gerilimlerin ve geri kalmamıza yol açan çekişmelerin bir daha gelmemek üzere gündemimizden düştüğünü göreceğiz. Sakıp Sabancı'nın son yolculuğunda uçlarıyla ve ortasıyla milletimizin birleştiğini gördük. O bütün ömründe gerçek demokrasiyi, hür teşebbüsü, piyasa ekonomisini ve korkmadan dünyaya açılmayı savundu. Küresel piyasada yerimizi nasıl alacağımızı anlattı durdu. Umutlandı, ama göremeden gitti. Sakıp Ağamıza Cenâb-ı Hakk'tan rahmet niyaz eder, kederli ailesine, tüm milletimize başsağlığı dileriz.