Geçtiğimiz asırda yaşanan iki cihan savaşının ardından yer yer barışçı bir uyanışın doğuşuna şahit olduk. Teknolojide, ekonomide kaydedilen fevkalâde gelişmeler ve siyasette uzlaşma arayışları, ülkeler arasında o güne kadar görülmemiş bir iyimserliğin, barış ve refah umudunun doğmasına yol açmıştı. Nitekim bu dönemde halklar arasında barışçı ilişkilerin, iş birliklerinin çoğalışına, sivil toplum kuruluşlarının rollerinin artışına, uluslararası mahkemelerin kuruluşuna, küresel kaynakları/çevreyi koruma bilincinin gelişmesine, nice ölümcül salgınlara ve fakirlikle mücadele için ülkelerin iş birliği edişine şahit olduk. Ama bunlar dünya ahvalini bütünüyle iyileştirmeye yetmedi. İyi amaçlarla kurulan uluslararası kurumlar büyük devletlerden yeteri kadar destek göremeyince amaçlarını gerçekleştirmekte zayıf kaldılar. Zengin ülkeler Dünya sağlık örgütünü, az gelişmiş ülkelere yardımı, dünya kalkınma örgütünü, eğitimi desteklemek için kaşıkla verdiler. Ama bunun yüzlerce katını silâh satarak, ticarette kendilerine bağımlı kılarak geri aldılar. Dahası dünyanın en kıt kaynaklarını sömürdüler. Petrolü kontrole almak için, yalan olduğu artık tüm dünyada anlaşılmış olan, "huzur getiriyoruz, demokrasi götürüyoruz" lâflarıyla dünyayı aldattılar... Küreselleşme kendi zehrini üretmiş bulunuyor... Batılı ülkelerin sürüklediği küreselleşme dalgası sınırları aşındırıp mal, sermaye, iş gücü dolaşımını hızlandırdı. Bilgiye erişimi kolaylaştırdı. Ama aynı zamanda ülkeler arasındaki uçurumu da derinleştirdi. Bugün insanlığın yarısı açlık ve fakirlik sınırında yaşıyor. Savaş sonrası neslin gelecek korkusunu yenecek umutlar bir türlü yeşermedi. Farklılıklar kıskançlıklara, kıskançlıklar düşmanlıklara dönüştü. Fakir ülkelerden zengin ülkelere, güneyden kuzeye göç dalgasının arkası kesilmiyor. Silâhlanma, uyuşturucu ticareti bütün hızıyla devam ediyor. Tüm dünyada yaşanan onca zulmü, kötülüğü, adaletsizliği "Batı ve küreselleşme ürünü" diye yaftalayan genelde fakir ülke menşeli bir kısım örgütler dehşetle ve terörle mukabele ediyor. Kaybedecek bir şeyi olmayan zavallı kitleleri kullanıyor. Şu kaynayan coğrafyaya bir bakın; Afganistan, Irak, Suriye, İran, Filistin, Lübnan, Somali, Darfur/Sudan... Hepsinin halkı da Müslüman! Soğuk savaştan sonra, savaşacak "yeni düşman" arayanların "Medeniyetler Çatışması" tezi tutmuş gibi... Medeniyetler İttifakı Projesi işte o zehre panzehir, meşum çatışma tezinin anti tez, temelinde dinlere (özellikle de Müslümanlığa) saldırıyı reddeden gür bir ses olmuştur. Raporu hazırlayan âkil adamlar geçmiş asırlardaki din kaynaklı çatışma ve savaşların kalmadığını, bugün dinler savaşı gibi gösterilmeye çalışılanların, dinî değil, siyasî sebepli olduğunu tespit etmişler. "Ama" diyorlar "her taraftaki radikal gruplar çatışmaların din eksenli olduğunu yayarak, ortamı gergin ve kırılgan tutmaya çalışıyorlar". Raporda siyasî kaynaklı çatışmaların olmaması ve istismarın kurutulabilmesi için siyasî çoğulculuğun Müslüman/gayrimüslim tüm ülkelerde geliştirilmesi gerektiğine, insan hakları ve uluslararası hukuka riayet etmek gerektiğine işaret ediyorlar. Meselenin çözümü için tüm ülkelerde uzlaştırıcı bir eğitim, gençlik, göç, medya politikaları uygulanmasının önemini vurguluyorlar. Özetle BM'de açıklanan proje, içinde çok yetenekleri barındıran bir tohum niteliğinde. Bundan sonrası o tohumu ekip bakmada, koruyup geliştirmede insanlığın göstereceği basirete bağlı. Dileriz önce siyasetçilerimiz, sonra hepimiz duyarlı oluruz...