Sınırları sorgulamak

A -
A +

Önceki yazımda ülke sınırlarından söz etmiştim. Tarih perspektifinden bakınca, sınır kaymaları kumsalda yuvarlaklar çizip, üstünde seken afacanların oyunlarına benziyor. Kumsal bir yere gitmiyor, yerinde duruyor da üstünde oynayanlar gidiyor. Bugün biri, yarın başkası geliyor. Kumsalda kimsenin sınırı bakî değil. Her çizginin bir sonraki dalgaya kadar ömrü var... Bugün derdim o değil. Kumsaldaki çiziklere odaklanarak başka sınırları düşünmemek. Düşünmemenin aşılmaz sınırlarında hapsolmak. Issız bir köşesinden Marmara'yı seyrediyorum. Bulutlar üstümüzden bir gelip bir geçiyor. Bazen yağıyor, bazen açıyor. Suyun sınırlarını düşünüyorum. Herkes suyun karıştığını, yukarıdan aşağı aktığını söyler. Kur'andaki bir hikmeti Okyanus bilimcileri keşfetmişler, Cebeli Tarık'ta iki denizi karıştırmayan bir sınır varmış. Denizin sınırı var, ama suyun sınırı yok. Bir damla su yılda kırk kere buharlaşıp tekrar yağarak yedi milyar insanı, sayısız bitki ve hayvanı varlıkta tutuyor. Demek aşağı aktığı kadar yukarı da akıyor. Nehirler, dereler denizlerin yamaca tırmanmış kolları değilse nedir? Dağlar, nehirler, denizler, engebeler, Çin Seddi, geçit vermez yarlar... Bu kaba saba sınırları anlamak değil marifet. İdrakin önüne zorbaların çektiği seddi fark et! Astrofizikçiler "Büyük patlama"dan birkaç salise sonra bildiğimiz dört boyut yerine on boyut bulunduğunu, diğer altı boyutun hâlâ mevcut olduğunu söylüyorlar. Onlar "açmamış gül goncaları gibi" büzülü kalmışlar. Ölçülemeyecek kadar küçük şeylerin geometrisinde kilitlenmişler... Einstein, ışık hızına yaklaşabilirsiniz, ama ona varamazsınız. Çünkü "dünyamız kozmik sürat sınırlarına tâbidir" diyor. Sesten hızlı uçak yapmak mühendislik meselesidir. Ama ışık hızı meselesi, insan irâdesi ve tâkatinin dışında bir yasa. O yasayı kamuoyu tercihleri, parlamentolar, ne de "uluslar üstü" kuruluşlar değiştiremiyor, yürürlükten kaldıramıyor... Termodinamiğin üçüncü yasasına göre "soğuğun da soğuğu" mutlak sıfır (-273,15 ¥C) hiçbir zaman elde edilemezmiş. Çünkü mutlak sıfırda atomlar hareketsiz kalır, madde yıkılır, âlem tükenirmiş. Meğer "parlaklığın" da, "en küçüğün" de sınırları varmış. Bilim adamlarına malum olan, bizlere neden meçhul? Var olmamızın, varlıkta kalmamızın sırrı "Tabiat kanunları" diye isimlendirdiğimiz o sınırlarda gizli. Yoksa hızın, termodinamiğin, elektronların sınırları olmasaydı korku ve dehşetten nasıl korunabilirdik? Lâkin insanların insanlara reva gördüğü sınırlara ne demeli? "Düşünemezsiniz!" "soramazsınız, sorgulayamazsınız!" "öğrenemezsiniz!" "öğrenseniz de söyleyemezsiniz!" "yazsanız da ifade edemezsiniz!" "siz, asla kendiniz olamazsınız!" dayatmalarına... Celâleddin-i Rûmî "gelin ... gelin" diye çağırırken kimseye sınır koymamıştı. Bunlar ellerinden gelse hayalleri yasaklayacaklar, beyinlere kelepçe takacaklar! Zorbaların dayattığı sınırlarla örülü bir âlemde yaşıyoruz. Aslında onların işkembesini tek fiskeyle faş etmek mümkün. O da hicâb sınırlarına takılıyor! Yeisten boğulmamak için sevgimin sınırlarını yokladım, kalbimin serhaddını, Eski taş plâktaki sadâ kulağımda çınladı: "Aşk bir bahr-i ummandır, ona haddü kenar olmaz" Çocuklar kuma çizdikleri kutularda hâlâ "senindi x benimdi" çekişmesi yapıyorlardı. Bir dalga geldi ansızın, tüm çizgileri sildi süpürdü. Oyuncak küreklerini, tahta kılıçlarını alıp götürdü... Başımı kaldırdım. Bulutlar geçmişti, gök maviydi. Sizin oralarda nasıl? Hep mavi mi?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.