Brüksel zirvesinin havasını ve sancılarını saniye saniye yaşadık. Avrupa'nın önünde iki alternatif vardı: Türkiye ile aralarına duvar örmek ya da köprü kurmak. Duvar örerlerse manastır havasına bürünecek şatolarında zenginliğin keyfini yaşayacaklardı. Ama bir süre sonra genetik ve sosyal saflaşmanın kaçınılmaz zafiyetiyle çökmekten kurtulamayacaklardı. Eğer köprü kurarlarsa, farklılığa kucak açacaklar, biraz zorlanacaklar, ama alacakları aşı ile daha güçlenip, ömürlerini uzatacaklardı. Nitekim onu yaptılar, kapıyı açtılar. Kamuoylarından gelen yaman baskılara rağmen "Türkiye'ye evet" diyen Avrupalı liderleri kutluyoruz. Kararlarının güzel meyvelerini görecekler, hiç şüpheleri olmasın. Bizim için ise 17 Aralık bir dönüm noktası idi. Olmak ya da olmamak ayarında bir nokta! Doğmak, büyümek, olgunlaşmak, durgunlaşmak ve ölmek insanların hayat eğrisi. Ne yapsa bunun dışına çıkamaz. İyi bakımla âhir ömrünü zinde ve mutlu geçirse de ölüm mukadder. Devletler ve kurumlar da benzer eğrileri yaşar. Ama bir farkla. Eğer devletler kritik dönüşüm noktasında sıçrama yapabilirlerse, çöküşten kurtulabilirler ve varlıklarını asırlar boyu sürdürebilirler. Bütün mesele o kritik dönüşüm noktasının farkında olabilmek ve gerekeni yapmak. Bu nokta ne zaman oluşur? Dönüşüm vaktinin geldiği nasıl belli olur? Hedefler ve beklentilerle alınan sonuçlar tutmaz, sonuçlar hep beklenenin gerisinde kalmaya başlarsa dönüşüm kaçınılmaz olur. Dönüşüm noktasında sıçrama yapamayanlar, ya dağılır, ya çöker. Orta Asya'dan çıkışımızı, Anadolu'ya gelişimizi, Osmanlı devletinin kuruluş, genişleme ve çöküşünü, Cumhuriyet dönemini velhasıl tarihten bu yana kurduğumuz 17 devletin her birini bu açıdan ele alıp incelemek her halde çok manidar olacaktır. 60 yıllık demokrasimizi, partilerimizin programlarını incelesek hep bu adını tam koyamadığımız dönüşüm arayışlarını göreceğiz. 200 yıllık Batılılaşma çabalarımız dönüşüm noktasını bilgiyle, hesapla değil, el yordamıyla aramak şeklinde geçmiştir. Darbeler, teğet noktasında üst yörüngeye sıçrayamamış olmamızın faturasıdır. Yıldızın parladığı ân Halkımızın refaha, demokrasiye, temel hak ve hürriyetlere dair beklentileri hep yüksek olagelmiştir. Bildiğimiz kurumlarıyla devletimiz bunlara tam cevap veremedi ve veremeyeceği de anlaşıldı. O sebeple Avrupa birliği 40 yıldır milletimizin "kızıl elma" sı idi. Stefan Zweig asra bedel anlardan bahseder. Öyle refleksler vardır ki bir ânda çakar ve tarihin seyri değişir. İşte Brüksel zirvesinin 40 yıla bedel gecesindeki restlerin ve jestlerin anlamı o bakımdan çok büyük. Durgunluğun düşüşe dönüşeceği teğet noktası bu defa ıskalanmamış, üst yörüngeye sıçranılmıştır. Yeni yörüngeye yerleşmemiz on yıl alacaktır. Bu arada hukukî, siyasî, idarî, iktisadî, malî düzenlerimiz, insanımıza bu yapıda nasıl bir rol biçtiğimiz tek tek sorgulanacak, yeniden yapılandırılacaktır. Zor kelimesi hafif kalır. Çetin bir iş, ama değer. Milletimize kutlu olsun.