Sn. Erdoğan her vesileyle gelişen, istikrara kavuşan Türkiye'nin rakamlarından bahsediyor. Doğuştan muhalifler "Hükümet üç yılda hiçbir şey yapmadı. Verdiği sözlerin hiç birini tutmadı" diye ağıtlar yakıyor. Hele bazıları var ki tencere kapak örtüşmüşler, görmemek, anlamamak veya anlaşılmasına mani olmak için âdeta yırtınıyorlar. İnat bu kadar olur ancak! AB mesaisi kenarda dursun. Onlar son üç yılda faizin 40'tan 13'e indiğini, enflasyonun 36'dan 7'ye düştüğünü, ihracatın 36'dan 72'ye çıktığını anlasalar kâfi. Bir de dövizin neden fırlamadığını bilebilseler... Bu sonuçların alınması için başka nelerin başarılması, hangi becerilerin art arda dizilmesi gerektiğini sormuyoruz. Saatin kaç olduğunu okuyabilseler yeter. Onlardan kadranın arkasında yatan karmaşık düzeni, çarkların, dişlilerin nasıl işlediğini, akreple yelkovanın hız ilişkilerini anlamalarını beklemiyoruz. Mey kokan loş mekânlardan çıkmayanlara güneş neylesin? Rakamların dilinden anlamayanlara göstergeler, istatistikler neylesin! Bazıları Sn. Erdoğan'ın durup dinlenmeden (Allah sıhhatini kavi, enerjisini ve hizmetini bol eylesin) ülkeden ülkeye koşmasını ve Türkiye'yi pazarlamasını dillerine doladılar. Otobüse özel asansörle çıkabilen başbakanların ataletine meftun olanlara bunu anlatmanın zorluğunu biliyorum. Değerli dostum pazarlama hocası İsmail Kaya'dan konuyu yazmasını bekledim. Yazmadı, belki vakit bulamadı. Affına sığınarak sahasına bir girip çıkacağım... Efendim, ülkeler de pazarlanır. Size günümüzün en saygın pazarlama üstadı Philip Kotler ve arkadaşlarının "The marketing of Nations" kitabından bahsedeceğim. Kitabın Türkçe'sini "Ulusal refahı oluşturmada stratejik bir yaklaşım: Ulusların Pazarlanması" adıyla İş Bankası kültür yayınları arasında bulabilirsiniz. 415 sayfa. Şirket patronlarına, plânlamacılara, hükümet üyelerine ve elbette "ülke pazarlaması da ne ola?" diye aklı basmayanlara tavsiye ederim. Orada şirketlerin stratejik pazarlama yönetimi tekniklerinden yola çıkarak geliştirilmiş, ülkeler için uygulanabilir sistematik bir metodoloji var. Bir ülkenin nereye doğru gittiğini, nereye doğru gitmek istediğini ve bu hedefe en iyi nasıl ulaşılacağını tutarlı biçimde gözden geçiren, zaman içinde kendi kendini düzelten süreçlerden bahsediliyor. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, biz de hayat standartlarının düşüklüğünden yakınıyoruz. Nüfus artışı, şehirleşme hızı ve buna bağlı olarak işsizlik bizim de başımızı ağrıtıyor. Altyapımız yetersiz. Yani yoksulluk ve geri kalmışlık fasit dairesinde dönüp duruyoruz. Bu döngüyü bir yerden kırmak lâzım. Nereden ve nasıl? 21. asırda kimse kalkıp da "kendi kendimize yeterli ülke olmak" masalını okumasın. Ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Yıllarca öyle uyutulduk. Öyleyse ne yapalım? Bunun cevabı küresel sermayeyi çekebilmek ve ihracatı artırmaktır. Yani imkânlarımızı ve ne tür fırsatları sinemizde barındırdığımızı dünyaya tanıtmak, onlara güven vermektir. İşte hükümet de bunu yapıyor. Ülkemizi pazarlıyor. Tencere kapak anlamasa, çok tangırdasa da, hükümet doğru yapıyor. Millet de yapılanları anlıyor.