Üniversite, YÖK ve Nobel hasreti üstüne

A -
A +

Başbakan geçen ay bir üniversiteyi ziyaretinde içindeki hasreti dile getirmişti: "Ne zaman sayın rektörüm?" demişti, "O ilk Nobel'i ülkemize ne zaman getireceksiniz?" Tıs yok! İki gün sonra YÖK başkanını kameraların karşısında görünce sevinmiştik. Zannetmiştik ki, rektörü aşan o konuyu konuşacak ve başbakanın (aslında milletin) Nobel hasretine cevap olarak, "sabredin çok yakınındayız" diyecek... Ne gezer!.. Sayın Teziç meclis başkanı Arınç'ın 23 Nisan özgürlük nutkuna yorum yapmakla meşgul. Onda lâiklik karşıtı anlamlar koklamış, kendince rejimi koruyor... Bir başka gün ilahiyat fakültelerinin öğretmenlikle alâkasını kesmekle, olmadı İmam Hatip Liselerinin ağırlık puanını kısmakla yorgunlar. Hükümete ve parlamentoya karşı kahramanca çıkışlar yapacak bi dolu konu varken, Nobel, öğretim kalitesi fasa fiso şeyler... Cumhurbaşkanı rektörleri sık toplamaya başladı. Ne konuştuklarını bilmiyoruz ama herhalde "sayın rektörler, sizden kaliteli öğretim, bilimsel başarılar, yakın zamanda bir Nobel bekliyorum" demiştir diye gönlümüzden geçiyor... Basına yansıyan kadarıyla onlara "Kampüslerde kapalı kalmamalarını, halkın arasına girmelerini" de öğütlemiş. Kampüs gülleri Giremezler cumhurbaşkanım, edemezler. İki sebepten yapamazlar: Bir kere halka çıkarlarsa yabancılık hissederler. Onlar akşama kadar korumalı kampüslerde, sabaha kadar da tel çevrili lojmanlarda otururlar. Rektörleri halkın arasına salmak Merih'te yalnız bırakmak gibidir. Yapmayın etmeyin, kampüs gülleridir onlar. Seralarda yetişir, özel bakım isterler... İkincisi; Sözün etkisi söyleyenin ameliyle orantılı ya, sayın Cumhurbaşkanımız ne kadar Köşk'ünden çıkıp, cumhurun arasına karışıyorsa, rektörler de o kadar halkın arasına karışacaklar... Neden böyledir bizim akademisyenlerimiz? (Ulemamız deyip de öfkelerini çekmek istemiyorum, Frenkçesi iyidir!) Bilimsel araştırmalarla, teknolojiyle değil de, neden siyasetle, rejimle ömür tüketirler? Diye düşüne geldim, ama çözemedim. Ta ki Mustafa Erdoğan'ı okuyuncaya kadar. Prof. Erdoğan Üniversitelerin "Üniversite" olması hakkında şöyle düşünüyor: "Türkiye'de üniversiteler bağımsız araştırma kurumları olarak değil, ortaöğretimin devamı olarak tasarlanmıştır. Akademisyenlerden beklenen kendilerini hakikati aramaya adamak olmayıp, kurulu düzeni meşrulaştıracak malzeme üretmektir. Üniversitelerin esas amacı, gençleri "Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda" terbiye etmek ve onları dünyaya kabileci bir nazarla bakmalarını sağlayacak şekilde zihinsel olarak donatmaktır. Bizim üniversitelerimizde Atatürkçülüğü ve devletin çıkarlarını desteklemeyen bilgi bilgiden sayılmaz." (*) "Türkiye'de eğitim, üniversite tamamen devletleştirilmiş olup, sivil duyarlılığın sistem üzerinde hiç etkisi yoktur. Ayrıca, demokratik dünyada eğitimde ideolojik endoktrinasyonun bizdeki kadar yoğun olduğu bir başka ülke bulunmamaktadır. Mevcut haliyle bizim sistemimiz eski komünist sisteme benzemektedir... Türkiye toplumumun özgürleşmesi, gençlerin zihinsel olarak donatılması işinin devletin tekelinden çıkarılmasına ve üniversitelerin devlet vesayetinden kurtulmuş bilimsel araştırma mekânları haline getirilmesine bağlıdır." (**) Onun için sayın başbakanım, Nobel ne zaman gelecek diye kendinizi yormayın. Ve sayın cumhurbaşkanım siz de boşuna kampüs güllerini halkın arasına çıkmaya zorlamayın. Bırakın rektörlerimizi, cübbelerini sırtlayıp yürüsünler, yürüsünler. Nasıl olsa yollar yürümekle aşınmıyor! ....... (*) Mustafa Erdoğan; Üniversiteler ne zaman "Üniversite" olurlar? Tercüman, 18.08.2005 (**) Mustafa Erdoğan; Eğitim, Üniversite ve Sivil toplum; Liberal Düşünce, Cilt 11, No 41-42, Kış-Bahar 2006, s.29-34

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.