Hiç kimseyi "tek olarak" suçlamayalım; herkesi suçlayalım; zira "suçlu" hepimiziz!.. Eğer, tribünlerdeki "çirkin pankartlar ve tezahüratlar sebebi" ile zamanın ünlü ve milli takıma kaptanlık yapmış olan bazı futbolcuları "Türkiye'den kaçar gibi gidiyorlar ve ancak futbolu bıraktıktan sonra" yurda dönüyorlarsa, "bu çirkin pankartlar" ve "bu çirkin tezahüratlar" onların özel hayatları ve aileleri için yapılmışsa... Bugün dahi, "Galatasaray kaptanı" Arda'nın "özel hayatı ile ilgili" pankartlar, rakip takımların taraftarlarının oturduğu tribünlerde hâlâ boy gösterebiliyorsa... Ve, "buna karşı", spor teşkilâtı, Futbol Federasyonu "hiçbir şey yapmıyor" ve "sanki bir şey olmamış gibi" hareket ediyorsa... Dahası, "İstiklâl Marşımız söylenirken ya da çalınırken", Türkiye'nin bazı illerindeki tribünlerde "ıslıkla ve kaba söz ve seslerle" protestolar oluyor ve valilerimiz, emniyet müdürlerimiz, spor teşkilâtımız, federasyonlarımız, "hiçbir şey olmamış gibi" seyrediyorsa... "Türk Milli Takımı'nın teknik direktörü ben olmalıyım" diye ortaya çıkan ve kamuoyundan da, spor basınından da büyük destek alan bir Hoca, bir meslektaşı için "Yalaka" diyorsa ve o hocanın kulübünün "Özür dilemeli" tepkisi üzerine, aynı Hoca, "Eğer Türk olsaydı özür dilerdim ama o yabancı, onun için ne ondan, ne kulübünden özür dilerim" diyerek, "ırkçılığın en dik âlâsını" hem de "meydan okuyarak" yapabiliyorsa... Buna karşılık, kimseden ve mesela "ırkçılığı lânetleyen ve ağır cezalar yağdıran" FIFA'ya üye Türk Futbol Federasyonu'ndan bile en ufak bir tepki gelmiyorsa. Sezonun ilk yarısında "Bursaspor tribünlerinde Diyarbakırspor'a karşı işlenen çok ağır ırkçılık ve iftira suçunun, iki başkanı bir araya getirip, el sıkıştırmak ve onlara basma kalıp üç-beş söz söyletmekle yok edileceğini sanmanın idarecilik olduğu" varsayılıyorsa. Bu defaki Diyarbakırspor-Bursaspor maçının "nasıl gergin geçeceği ortada iken", zaten yıllar yılı "hassas bir kent olan" Diyarbakır'da "bu maçın her türlü provokasyona açık olduğu" bilinirken, tribünlere hem de "gece" yüzlerce "kaya parçası yığıldığını", o gün stada ve çevresine 2500 polis yığan bir Vali ve Emniyet Müdürü haber alamıyorsa. Her şey olup bittikten sonra, resmi ağızlar "Bunlar kaya parçası değildi, tribünlerden ve kolonlardan sökülen beton parçalarıydı" açıklaması yapabiliyor, ama bu defa da "onca kaya parçası için onca betonu kıracak keserlerin, çekiçlerin, balyozların tribüne nasıl sokulmuş olabileceğinin düşünülemeyeceği", düşünülüyorsa... Dahası, o stadın tribünlerine, "iğne atsan yere düşmeyecek" kadar insan alınıyor ve böylece "her an patlama olması mümkün" bir maçta "FIFA'nın, Federasyon'un talimatları" hiçe sayılıyorsa... Üstelik, "sahaya bir şeyler atılma ihtimaline karşı", tedbir alınmıyor, mesela tribünlerin "ilk 6-7 sırasına seyirci alınmayarak, polisler oturtulmuyor" ve böylece "atılacak şeylerin, saha içine düşmesi" önlenemiyorsa... Dahasının da dahası, "gazetecinin gözünün hemen kenarını kan revan içinde bırakan" taşların yağışının, bütün ikazlara rağmen devam ettiği, bu defa "yardımcı hakemin hayatının kıl payı kurtulacağı" bir "recm" girişimine dönüştüğü hâlde, hâlâ kulüp başkan ve yöneticileri ile bazı yetkililer, "Canım maç pek âlâ oynanabilirdi, ne var yani, ilk yarıda Fenerbahçe-Galatasaray maçında da yardımcı hakem yaralanmamış mıydı, o maç oynandı, bitirildi; bu maç tatil edildi, ama bilinmelidir ki, kimse Diyarbakırspor'un hakkını yiyemez" diyebiliyorsa... Ve de, "bazı" yorumcular da, "Fenerbahçe-Galatasaray maçında olanla, Diyarbakırspor-Bursaspor maçında olanları bir tutup" ortaya "Tabii, büyük takımlara cesaret edemezler, küçük takımları yakarlar" isnat ve imalarıyla çıkabiliyorsa... Nihayet, bu "suret-i haktan görünen" yorumcu arkadaşlarımız, "Fenerbahçe-Galatasaray maçında oyun başlamadan olan olayla", bütün uyarılara rağmen devam eden Diyarbakırspor-Bursaspor karşılaşmasındaki "sürekli taş yağmurunu" ve "önce gazetecinin, daha sonra yardımcı da yardımcı hakemin yaralanmasının maç sırasında oluşunu", dahası "oyunun devamı hâlinde, daha da kötü olayların meydana gelme" ihtimalinin "azalma yerine arttığını" göremiyorlarsa. Diyarbakır'daki olaylar kimseyi şaşırtmasın; zaten şaşırtmadı da!.. Zira, "Aman idare edin, başımıza büyük dert almayalım, zora düşersek de pansuman yaparak, üstünü örtelim" zihniyeti, idaremizden, spor teşkilâtımızdan, federasyonlarımızdan, hakemlerimizden, spor sayfa ve ekranlarımızdan taşarak her yanımızı sarmış bulunuyor!.. Sormak bile gereksiz; "Bu kaçıncı" ve bilelim ki, çıkarılan ama "göstermelikten öteye gitmeyen" adı da "sporda şiddeti önlemek" olan kanunlara rağmen, "sonuncu" da olmayacak!..