Ben demiştim" sendromu, insanları "peşin fikirli" yapar; üstelik de "büyük çelişkilere düşürür"; dahası, "yıllar yılı sürecek" bir hatalar ve yanlışlar zincirine de "takılı bırakır" insanı!.. İşte "taze" örnek; şu veya bu sebepten, diyelim ki, "Futbol Federasyonu'nu ve başkanını eleştirmek için fırsat kollamanızdan ya da Türk Milli Takımı'nın başına bir yabancı hocanın geçmesini istememekten ve Türk Hoca'nın daha yararlı olacağını düşünmekten" dolayı, "Hiddink'in getirilmesine karşı çıktınız!.." "Tamamen karşı olmakla beraber", bu fikirlere saygı duyarım; nitekim de "bu tartışmaların yapıldığı süreçte" de ben, "kendi görüşlerimi yazarken", bu görüşlere de "saygı duyarak" itirazlarımı yapıp geldim!.. Şimdi diyeceğim şu; "bazı" meslektaşlarım, daha "Hiddink'in tribünde oturduğu" ilk maçta, evet "ilk maçta", işte o "Ben demiştim" sendromu içinde "özel de olsa alınan bir milli galibiyet sonrası", hemen başladılar; "Tamam galibiyet iyi de, ama..." diye yazıp çizmeye ve "eleştirmeye!.." "Buna" da saygı duyuyorum, olabilir; Hiddink'in ilk maçı da olsa, tribünde de otursa, Türk Milli Takımı'nı, "öylesine gergin ve futbolcuları hem fizikman, hem ruhen çok yıpratan bir ligin hemen bitiminde", Çekler önünde "Barcelona gibi oynatmasını" istemiş ve beklemiş olabilirler; ona diyeceğim çok da, hadi "bir şey" demeyeyim!.. Amma, hem de "bir defa değil bin defa" amma; bu arkadaşlarımızın çoğu geçen sezon "takımı nerede ise özeli-resmisi 30-40 maç oynamış" bir Rijkaard için, bizler eleştirmeye başlarken, "Nedir bu acûlluğunuz, adam daha yeni geldi, yepyeni bir takım buldu, biraz sabır" diye yazıp çizmiyorlar mıydı?.. İşte, benim itirazım buna; "bu büyük çelişkiyi ortaya çıkaran", zaman zaman hepimizin yakalandığı, ama "bazı" arkadaşlarımızda ne yazık ki, "müzmin" hâle gelen "Ben demiştim" sendromuna ve de "bu takıntıdan kurtulmak için" hiçbir gayret göstermemelerine; bu takıntı yüzünden de, belki de "farkında bile olmadan" spor sayfalarındaki köşelerinden ve TV ekranlarındaki koltuklarından "30-40 maç oynamış Rijkaard'a o hoşgörüyü göstermişken", bir maçlık Hiddink'e "ayrı reçete" uygulamalarına!.. Bir gazeteci, bir yazar-çizer olarak "Ben demiştim" demeyi ve yazmayı sevmem, "ikide bir" denilmesini, yazılmasını da sevmem. "Seni" bilen bilir, okuyan bilir, takip eden bilir; "bazen" zorunluluk hâline geliyorsa ve "senede bir-iki defa yazmak mecburiyetinde kalıyorsan" mesele yok; ama "orada" ve o "kadar" kalmalı!.. İkide bir "Ben demiştim, ben yazmıştım" diyenler, bilmeliler ki, "kendi değerlerini" bilmiyorlar; zannediyorlar ki, "Ben demiştim" diye yazdıklarında "Vay canına, bak adam yazmış" denilerek alkışlanacaklar; belki alkışlayan da vardır ama, ben alkışlamam; zira "onlar" gerçekten "değer" iseler, zaten "ne dediklerini" okumuşumdur, dinlemişimdir; her gün yazmalarına gerek yok!.. Yok eğer "değer değilseler", zaten günde bin defa "Ben yazmıştım, ben söylemiştim" de deseler, bir kıymet-i harbiyesi yoktur!.. Hiddink'in ilk maçını TV'de seyrettim; "sonrasını" da gazetelerden takip ettim!.. Sadece "Arda'ya yaklaşımları bile", Hiddink ile Rijkaard arasında "hoca" olarak "aslan ile tilki arasındaki kadar" fark olduğunu gösteriyor!.. Elbette, daha ilk maçtan sonra "başarılı olup olamayacağını söylemek" mümkün değil; temennim "inandığım, güvendiğim" Hiddink'in, milli takımımızı "ondan beklediğimiz" hedeflere götürmesi!.. Hayırlısı!..