Eeee!.. Sen "protokol tribünündeki misafir yöneticiye", yanı başında küfür eden, sonra da "Ben küfrü ona etmedim, maçın hakemlerine ettim" diyen yöneticiye karşı, üstelik bu sözler TV ekranlarına ve gazete sayfalarına çarşaf çarşaf geçerken, "Görmedim, duymadım, hiçbir şey yapmıyorum" oyununu oynarsan, işte olacağı budur!.. "Aynı" uslu yönetici, bu defa da kalkıp gene "hakemlerini parlatır" ve bu defa Federasyonu "o tribünden hakaretler ederek kovar", federasyon başkan vekili de protokol tribününü terk etmek zorunda kalır!.. Bıraktığı mirası, böylesine çarçur etmeniz, rahmetli Hasan Doğan'ın kemiklerini nasıl da sızlatıyordur, hiç aklınıza geliyor mu?.. Tam "uslu yöneticinin federasyona ve hakemlere neler söylediği" yazılıp çizilirken, bir de Federasyon başkanımız, "Gidersem olumsuz tezahürattan Ali Sami Yen kapanabilir, böyle bir riski göze alamam, sorumsuzca davranamam, onun için derbiyi seyretmeme kararı verdim" demez mi?.. Tam bir "perişan saçlarım" tablosu!.. Anlaşılıyor ki; Mahmut Özgener - Lütfi Arıboğan ikilisi, "Türk futbolunun federasyonsuz da yönetilebileceğini ispat için" seçilmişler!.. İyi de, Türk Futbol Federasyonu'nu, "yediği yumrukları" gardını kullanarak karşılayacağına ve yumruk atanları yere serecek hamleler yapacağına, tam aksine hatta "köşesine bile" değil, "ringden kaçarak" yumruk yememeğe çalışan bir boksör durumuna düşürmeye hakları var mı ?.. Vah ki, ne vah!.. Nalıncı keseri!.. Diyor ki, sevgili hocam Fatih Terim; "İspanya'yı yenemedik diye bir haftadır yerden yere vuruluyoruz. Utanılacak değil, övünülecek bir şey yaptık." "Lâfı istediği gibi anlamakta, yoğurmakta ve yoğurduğu şekle gelen lâfa cevap yetiştirmekte üstattır" hocamız!.. Kimse ona "utanılacak bir iş yaptın" demedi; ona "İspanya maçlarındaki hatalarını, yanlışlarını" söyledi, yazdı!.. Elbette "Dünya Kupası Finalleri'ne gideceğiz" iddiasıyla yola çıkıp, bugün "bu şansı yüzde 10'lara düşüren" bir teknik adam, hele hele "4 günde peş peşe iki İspanya mağlûbiyeti alıyorsa", eleştirilecektir!.. Avrupa Kupası Finalleri'nde "göklere çıkarılırken" iyi, ama "Dünya Kupası gruplarındaki acı tablo yüzünden", hem de "çok haklı olarak" eleştiri yapılınca kötü; işte "budur" benim sevgili hocamın "nalıncı keseri" anlayışı!.. Unutmayalım; "aslında" tecrübeli, hem de çok tecrübeli ve de "büyük" hocalar "hata üstüne hata yapınca", dahası "hatalarından ders almayıp tekrarlayınca" ve "bu hatalar yüzlerine vurulunca" elbette "utanırlar"; işte "bu sebeple" hocam; kimse sana "utanılacak işler yaptın" demedi; ama "sen kendin utandın"; mesele bu kadar basit ve "utanmakta da haklısın!.." Karan - Nonda - Hakan!.. Şu Ümit Karan'a bakınız. Hele hele şu Nonda'ya bakınız. "Daha öncelere gitmeyelim"; geçen sezonda bile "bu ikiliyi tutarak" Hakan Şükür'e "yaptıklarını, söylemediklerini, yazmadıklarını bırakmayan" yazar - çizer - yorumcu arkadaşlarımızı hatırlayınız!.. Hakan Şükür gibi, "Türk futbolunun, sporunun anıt adamlarından biri olan" Galatasaray'ın ve Türk Milli Takımı'nın kaptanına, "Nonda'nın ettiği çirkin sözü" bile "haklı olarak gösterenleri" hatırlayınız!.. "Perişan - ruhsuz - bitik" bir futbolcu tipinin "en iyi örneklerini veren" Kongolu, son aylardaki kaprisleri, şımarıklıkları ve yaptıkları ile ortada iken, "onu gene bir yana bırakıp", açık açık "Vur Lincoln'e" oyununu oynamaya devam edenler de çoğunlukta!.. Geçen sezon teknik direktör Feldkamp ve "art niyetli" bazı yöneticiler dahil, bitmedi; asıl spor medyasının önemli bir bölümü başta, "alınan" şampiyonlukta, hem futbolcu, hem kaptan ve hem de hele hele "son haftalarda" ağabey olarak "baş kahramandan biri olan" Hakan'ı bitirmek için ellerinden geleni artlarına koymayanlara ithaf edilecek bir "enfes" röportajı Türkiye Gazetesi'nde geçen hafta "Pazar Kahvesi Köşesi"nde Betül Altınbaşak yaptı. Oradan bir pasaj: Soruyor, Altınbaşak; "En çok mutlu olduğunuz, heyecanlandığınız günü hatırlıyor musunuz?" Hakan Şükür cevap veriyor: "Biz çok varlıklı bir aile değildik. Beni en çok mutlu eden şey de anneannemi uçağa bindirdiğim gündü. Anneannemde çok kalırdım çocukken. Onunla cam kenarında otururduk. Uçakları izlerdim ve uçmanın nasıl bir şey olduğunu çok da merak ederdim. Anneanneme de derdim; seni de uçağa bindireceğim diye... Allah ne zaman kısmet etti biliyor musunuz onu uçağa bindirmeyi? İtalya'da, Parma'da oynarken, onu yanımda götürdüm ve uçağa birlikte bindik. O günü unutamam. 8 yaşındaki bir çocuğun hayaliydi bu." Sadece "gelmiş geçmiş en büyük Türk futbolcusu olmasını" bir yana bıraktım; "böyle bir insanı" yüzlercesi "kulüp kapılarında bekleyen" sıradan bir futbolcu olan Nonda için "feda etmeye kalktık"; yazık!.. Kutlarım!.. Galatasaray Bayan Basketbol Takımı "büyük" bir iş başardı!.. Galatasaraylı kızlar, Türkiye için "bayan basketbolunda da bir ilki gerçekleştirdiler" ve müzelerine "Avrupa Şampiyonluğu Kupası" koydular!.. Kupa "gitti, geldi"; sonunda "inancın zaferi" oldu!.. Başkanıyla, yöneticileriyle, teknik ve idari kadrosuyla ve "alınlarından öpülecek" sporcularıyla sarı - kırmızılıları kutlarım!.. Sıra artık, "futbolda olduğu gibi" en büyük Avrupa Kupası'na geldi; Türkiye, Galatasaraylılardan "onu" bekliyor!.. La Fontaine'e selâm olsun!.. Aylardır yazıp geldik; "şike yapıldığı" iddiasıyla, liglerin ilk yarısında oynanan ve İDDAA yönetiminin "bahislere kapayarak", dahası "Şu. Şu. Şu. sonuçlarla bitecek, gereğini yapın" diyerek Futbol Federasyonu'nu uyardığı (İDDAA'nın iddia ettiği sonuçlarla biten) üç maçla ilgili olarak, nihayet bir karar çıktı, ama "ara karar!.." "Ligler bitiyor", asıl karar hâlâ yok!.. "Ara karar" da şu; "Şike Tahkim Komisyonu kurulmuşmuş da, o kurul 'Müsabaka sonucunu etkileme eylemine teşebbüste bulunulduğu şüphesinin hasıl olduğu' kanaatine varmışmış da, Federasyon da, ilgili kulüp ve kişileri Profesyonel Disiplin Kurulu'na vermişmiş." Eh, Disiplin Kurulu da "soruşturma, tanıklar, ifadeler" diyerek en az bir - iki ay yiyecek; işte bitti ligler!.. "Eğer iddialar doğru ise", bunca "şikeci" sahalarda futbol oynadı, kulüp yönetti, takım idare etti; o liglerde, o gruplarda "bu takımlar ve kişiler puan cetveline, düşene, çıkana, şampiyona tesir etti"; ne gam; varsın olsun!.. "Bugünün tam tersi", Türk spor tarihinin "en büyük şike olayında" da "anlaşmalı maçı oynayacak olan iki takımdan biri, olay ortaya çıktıktan 3 saat sonra" o günün federasyonu tarafından "ter temiz" ilân edilmemiş miydi?.. Birinde, "Tavşanlar Federasyonu'nu bile kıskandıracak" bir sürat!.. Ötekinde, "Kaplumbağalar Federasyonu'nu hasetten çatlatacak" bir yavaşlık!.. "La Fontaine'in ünlü masalından" hisse mi çıkarıyoruz, acaba?..