Her gün adım adım "meslek olarak" tükenişe doğru hızla yuvarlanıyoruz!. Her gün "birileri", mesleğimize ve kimliğimize bir darbe daha vurmak için "adeta" yarışıyor!.. Yarışmacıların içinde "dışardan gelenler" var, "içerde yıllanmış olanlar ve baş köşeleri tutanlar" var!.. Bunlar, ne yazık ki, sadece "tirajı, reytingi ve kendi menfaatlerini" düşünüyorlar; meslek ilkelerine "ters düşen" her şeyi ama her şeyi yapıyorlar!. Bir büyük kulübün başkanının, ekranlarımıza "spor yazarı" olarak takdim edilip çıkartılan, spor sayfalarına yazıları "aynı etiket ile konan" bazı "eski futbolcuları", futbolcu aramak ve bulmak için "oraya buraya gönderince" ve onlar da "bu görevi kabul edince", bu mesleğe yıllarını vermiş olanlar ayağa kalktılar; "Böyle şey olmaz; ya spor yazarı veya futbol yorumcususun ya da o kulübün ve o başkanın adamı!.. Ya onu yap ya da bunu... İkisi birden olmaz!." Bu mesaj ve uyarılardan "ders alacaklarına", utanacaklarına, en tanınmışlarından biri vasıtası ile "bizlere ders vermeğe" kalkıştılar!.. "Şeytan" namıyla ünlü Rıdvan, bir TV'de dedi ki: "Neden eleştiriyorlar, bundan tabii bir şey olabilir mi?" Ve sonra da yazdı: "... Görevimiz Fenerbahçe Başkanı'nın emirlerini, yerine getirmektir." Daha da ileri gitti: "... Sadece teknik adam olarak değil, her türlü faaliyette kulübümün emrindeyim." Yani... "Spor sayfalarında yazarken de, TV ekranlarında yorum yaparken de kulübümün emrindeyim!.." Şu hale bakınız; spor ekranlarımız ve spor sayfalarımız ne hale geldi? Bir ikisi hariç, gazetecilerimiz, spor yazarlarımız, anlı - şanlı yazar - çizerlerimiz susuyor ve seyrediyor!.. Meslek kuruluşlarımız susuyor ve seyrediyor!. Gazete ve TV üst yönetimleri, spor müdürleri, susuyor, seyrediyor, "bunları" ekranlara çıkarıyor, spor sayfalarında yazdırıyor!.. Sevgili kardeşim Hıncal Uluç, "haklı" olarak isyan etti ve "Rıdvan'ı ekranlara çıkaran, yazı yazdıran" spor müdürlerini uyardı; "Yorum yaptırmayın, yazı yazdırmayın!.." Kimi, kime şikayet ediyorsun, sevgili kardeşim? "Rıdvan'ı şikayet ettiğin" ve "yorum yaptırma" dediğin, mesleğin duayenleri arasına girmiş olan "değerli" meslektaşımız Şansal Büyüka'yı, geçen Pazar gecesi "Maraton" programında izlemedin mi? Spor servislerinde o saatlerde "Fenerbahçe'nin teklif götürdüğünü" herkesin öğrendiği ve ertesi günkü gazetelerde haberleri yer alan "Trapattoni'nin adını" bildiği halde bir türlü söyleyemeyen, onu, "gözlerinin rengini hem de Atatürk'ün göz rengine benzeterek" tarif eden sevgili Şansal, Erman Hoca'nın "Adını söyle, öğrenelim" ısrarına karşı ne diyordu: "Başkan medyadan çok şikayetçi... Bu ismi söylersek, onu gene sıkıntıya sokarız, iş olmaza girerse bizi sorumlu tutar!." Şansal Büyüka "gibi" bir "tecrübeli" spor yazarı "böyle" yaparsa, "dışardan gelenler" ne yapmaz? İşte yapıyorlar ve yapmaya da devam edecekler!.. Zira, "gazetecilik, meslek ilkelerimiz ve kimliğimiz" onların umurunda değil!. Onlar, kendi menfaatlerine, kulüplerinin menfaatlerine bakıyorlar, "bizim mesleğimizi kullanarak" ceplerini dolduruyorlar!. Asıl sorumlular ise, "yani" bizler de, "onlara meydanı açıyor" ve "başı boş bırakıyoruz!." Neden istedikleri gibi oynamasınlar ki? Eğer, "oynamaya devam edecekler" ve buna müsaade edilecek ise, bize kala kala "adımızı değiştirmek" kalıyor; "spor yazarlığını" adını ve unvanını "kulüp başkanlarından emir alanlara" bırakalım ve "spor gazetecisi" adını ve unvanını alalım!. TSYD yönetimi, ya "bu kirli gidişi durdurmak için radikal bir mücadele başlatsın" ya da "dernek ve meslek adımızı değiştirmek için" genel kurulu toplasın!.. Bekliyoruz ve beklemek, hem de "ümit ederek beklemek" hakkımız!. Yıldız mı, kuyrukluyıldız mı? "Bazı" gazeteler "hatalı" olarak "kuyruklu ile yıldız'ı ayrı yazdılar" ama, o kadarına bakmadan konuya girelim!.. "Yıldız" nedir, "kuyrukluyıldız" nedir ?.. Açalım bakalım Meydan Larousse'a, bu "büyük" ansiklopedi ne demiş: "YILDIZ: Kendi kendine ışık saçan ve ışıklı bir nokta halinde görülebilen gökcismi. ...Halk arasında 'yıldız'lar ve Güneş her ne kadar tamamıyla birbirinden ayrı kabul edilirse de boyutları, kütlesi, yoğunluğu, yüzey ve iç ısısı, dolanımı, etkinliği vb. bütün özellikleriyle Güneş 'normal' bir yıldızdır. Buna karşılık, sadece Güneşten aldığı ışığı yansıtan ve görünür çapları bilinen; Güneş sistemine ait gökcisimleri (gezegenler ve uyduları, kuyrukluyıldızlar, göktaşları vb.) ile Güneş arasında kesin bir ayırım yapmak gerekir. KUYRUKLUYILDIZ: Güneş çevresinde daha çok bir elips yörünge çizen ve 'kuyruk' denen ışıklı bir uzantının eşlik ettiği bulutumsu gökcismi. ...Çıplak gözle görünen 'kuyrukluyıldız'lar sayıca çok azdır. Gözlem aletleriyle görülenleri yılda dört ile altı kere ortaya çıkar. ...Bir kuyrukluyıldız, ortasında çok küçük, genellikle apaçık görülmeyen bir çekirdeğin bulunduğu bir baş ile bir de saç kısmından meydana gelir; bunların hepsi, bazen çok uzun mesafelere kadar uzanır.Kuyruk ve saçta önemli biçim özensizlikleri görülebilir. ...Saç, bir kuyrukluyıldızın çekirdeğini çevreleyen ve çoğu zaman, uzayda, Güneş doğrultusuna ters doğrultuda yönelen bulutumsu kısımdır. ...Kuyruk, Güneş'e doğru değil, Güneş'in aksi doğrultusuna yönelir. ...Kuyruk, kuyrukluyıldızın başını meydana getiren maddelerin bir geri tepme kuvvetiyle püskürtülerek dağılmasından oluşur. ...Kuyrukluyıldızların yapı problemi tam olarak çözülememiştir. ...Henüz bilinmeyen etkiler atında, kuyrukluyıldızlar, Jüpiter gibi iri kütleli gezegenlerin tedirginlik etkisi altına girer. Bu gezegenler tarafından yakalanan parabol yörüngeli kuyrukluyıldızlar çok küçük devirli elips yörüngeli bir kuyruklu yıldız durumuna geçer. Fakat bu kısa devirli kuyrukluyıldızlar, Güneş'in yakınından her geçişlerinde, yukarıda adı geçen çok güçlü geri tepme kuvvetlerinin etkisi altında kalarak çok uçucu maddelerini yavaş yavaş tamamen kaybeder." Ansiklopedinin satırlarını art arda okurken anlıyorsunuz ki; Sergen "kendisini" anlatırken, "bilmeden" doğruyu, hem de "çok" doğruyu söylüyor!. Ama o, kuyrukluyıldızın, yıldızdan "daha parlak, daha güçlü, daha etkili, daha uzun ömürlü, daha... daha... daha..." olduğunu sanıyor; ne büyük hata!.. "Bir görünüp, bir kaybolan", kendi kendine "ışık veremeyen", yörüngeleri şekilden şekile giren, yapıları hâlâ çözülememiş, saçları, kuyrukları uçtuğu için küçülen "bulutumsu" bir gökcismi nerde, mesela "orta büyüklükte ve normal bir yıldız olan" ve "etrafında yüzlerce kuyrukluyıldız dolaşan" Güneş nerde?.. Evet, Sergen, Türkiye'nin futbol uzayında, Meydan Larousse'un tarifine "tam" uyan bir kuyrukluyıldız!. Ve "ne yazık" ki; Hasan Şaş da onun yolunda!.. "Yıldız" olabilirdi; "kuyrukluyıldız" olmayı tercih etti!.. Ve... 2002 Dünya Kupası'ndan beri "çıplak gözle" görülemiyor!. Denizli'yi kutlarım!. Mustafa Denizli, yine bir "ilk"e imza attı ve "büyük riskleri göze alacak kadar cesur olduğunu" göstererek "büyük" oynadı!. Sadece "büyük" kulüp ve "büyük" takımlarda çalışarak "büyük" hoca olacağını ya da "büyük hoca olarak kalacağını" zannedenlere de "yeni" bir ders verdi!. Vestel Manisaspor'u "önce Süper Lig'e çıkarmak, sonra Süper Lig'de üst sıralar için oynatmak ve nihayet Avrupa Kupalarında başarılı olmak" hedefini çizerek, imzayı attı!. Daha önce Konya'da ve Yozgat'ta başlanan, ne var ki "üst üste gelen ekonomik krizler yüzünden" başarılı olamayan "denemelerin" çok daha büyüğünü ve iddialısını Manisa'da gerçekleştirmek üzere yola çıkan Vestel'in sahip ve yöneticilerini de "büyük düşündükleri için" ayrıca kutlamak gerekiyor!. Gençlik kulüpleri, belediye kulüpleri ve müessese kulüpleri sistematiği içinde çeşitlenen kulüplerimiz, bugüne kadar Türkiye 1. Futbol Ligi'nde "4 şampiyon takım" çıkarabilmiş, bir "beşinci şampiyon" hayallerde kalmıştı!. Bu sezon Gençlerbirliği'nin atağı ve Vestel Manisaspor'un "büyük adımı", ümitleri yeşertti!. Yeşeren ümidi, temenni ediyorum ki, Denizli de, Yanal da kurutmasınlar!. Onların başarısı, "Türk futbolunun başarısı" olacaktır!. Ben inanıyorum ki; "olacaktır!." Nerede o para? Büyük büyük gazetelerde "Galatasaray şunları, şunları gönderiyor, bunları, bunları alacak" haberleri nedense "birdenbire" çoğaldı!. "Şampiyonluk yarışındaki" bir takımın içini karıştırmak ve ondan da öte "futbolcuları, liste hazırladığı belirtilen hoca ile karşı karşıya getirmek ve strese sokmak için" bir yarışma açıldı da, haberimiz mi olmadı, acaba? Cuma günkü gazeteler, "gideceklerin sayısını 11'e, geleceklerin sayısını da 9'a çıkardılar!." Bu haberleri yapan arkadaşlar, şimdi bana gücenecekler; haksızlar!.. Zira, "haklı olabilmeleri için", öncelikle, onlara "şeflerinin sorması gereken" şu soruya "mantıklı" bir cevap vermeleri gerek: "Galatasaray'ın mâli durumu çok mu iyi, yoksa borçlarının faizlerini bile borçlanarak mı ödüyor? 'Gidecekler' denilenlerden gelecek para yok; zira bazıları serbest kalıyor , bazıları zaten kiralık oynuyor. Mukavelesi olanlar ise, gönderilirlerse 'bundan sonra para ödenmesin' diye serbest bırakılmış olacaklar. O zaman bunca oyuncuyu almak için Galatasaray parayı nereden bulacak?" İşin gerçeği şu: Galatasaray, bu borç batağı içinde, ne bu kadar oyuncuyu gönderebilir, ne de bu kadar oyuncu alabilir!. Ola ki, Özhan Canaydın "Krezus'un hazinelerini" bulmasın!. Öyleyse, "bu haberler nereden çıkıyor" ve acaba "ne kadarı doğru?" Hakemler ve yorumcuları!.. "Bir-iki saniyede karar vermek durumunda olan" hakemleri "her pazar gecesi" TV ekranlarında "onları sevdiğine veya sevmediğine" göre ya da "sempati veya antipati duyduğu takımlara" göre ipe çeken veya savunan "hakem yorumcularımızdan biri", her zaman olduğu gibi beni çok güldürdü!.. Önce, "başka bir takım olsa" hiç tartışmadan "Bak... bak... O el aşağıdaydı, yavaş yavaş havalandı ve omuzun üzerine çıktı, sonra da topla buluştu; ne işi var o elin orada, kesin penaltı" diyeceği ve "çok defa da dediği" bir pozisyonu, tersine çevirip "Kasıt yok, penaltı yok" diyerek kesip attı!. Hadi, "o takdir hakkı" diyelim ama bir başka pozisyon vardı ki, evlere şenlik!.. Futbolcu, kendi sahasından çıkıyor ve yardımcı hakemin bayrağı ile hücum "ofsayt" diye kesiliyordu!. İster inanın, ister inanmayın; pozisyon 3-4 defa tekrarlandı ve bizim "hocamız", bir türlü futbolcunun "kendi sahasından çıktığını" göremedi, hatta "karşısında oturan" tecrübeli spor yazarının "ikazına rağmen" ısrarla dedi ki: "Bu çekimlerle, rakip futbolcu mu geride, o mu geride belirlemek mümkün değil, onun için kesin bir şey söyleyemeyiz!." "Bir-iki saniyede karar vermek durumunda olan" hakemi, "bir hatalı kararı için" as, ama ekranda "3-4 defa ileri geri, hızlı-yavaş oynatılan" pozisyonda, açık açık görülen bir durumu gözden kaçır; işte bizim hakem yorumcularımız!. Dahası da var; "smaç yapar gibi penaltı yapan futbolcuyu göremeyen" bir hakemi, mesela Metin Tokat'ı yerden yere vur, ama "aynı durumda smaçı ve penaltıyı göremeyen" Serdar Tatlı'yı göklere çıkar!.. Olur mu? Bizde olur, daha da önemlisi "olmasına da müsaade edilir!." Aynaya baksınlar!.. Bugünlerde "şaibe" sözüne çok sinirlenen ve "Kim, nereden çıkarıyor" diye feryat eden Beşiktaşlılar'a bir sorum olacak!.. "Çok gerilere" hatta "gerilere" bile gitmeye gerek yok!.. Düne bir bakalım; "Süper Lig'de şaibe var, Süper Lig'e gölge düştü!.. Federasyon falan takımı kolluyor... Hakemler falan takımı koruyor... Federasyon kurulları falan takımı kolluyor... Filân, filân takımlar bize karşı nasıl oynadı, falan takıma karşı nasıl oynadı? Bu ligde bazı şeyler dönüyor" diye haykıran yöneticiler, teknik adamlar, menajerler, hatta yorumcular, gazeteciler "acaba" hangi kulübe mensuptu? "Karalamak" ve "lekelemek" çok kolay!.. Ama temizlemek? Siz "şaibe" deyince haklı olacaksınız, "başkaları" deyince haksız; öyle mi? Bu nasıl bir kafadır? Bu, "değişmeyen" ve "aynaya bakmaktan korkan" bir kafadır!.