Ah, "o" kafa!..

A -
A +

Ah, "o" kafa!.. Kıyamet kopuyor; "Vay efendim, Hakan Şükür çıkıp da nasıl 'Trabzonspor'un şampiyon olmasını isterim' dermiş... Ne yani, Trabzonspor - Galatasaray maçında ayağına gelen golü atmayacak mı imiş?.. miş... miş... miş..." Sevgili Hasan Sarıçiçek dün bu konuda "enfes" bir yazı yazdı... Onun yazısının altına "izin verirse" imzamı da atarak, bir başka örneğe geçmek istiyorum: İşte Gençlerbirliği'nin "hem de Beşiktaş ile oynayacakları maçtan önce Beşiktaş ile söz kestiği ortaya çıkan" oyuncusu Veysel!.. Beşiktaş'a o maçta "gol atan" Veysel!.. Attığı golden sonra "sevinmeyen" ama "Beşiktaş'a şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi yolunda iki puana mâl olan o golü atan" Veysel!.. Bu son örnek... Ben daha onlarcasını verebilirim!.. "Gönülde yatan" başka, "görev ve sorumluluk" başka olabilir!.. "Adam gibi" adamlar da "görev ve sorumluluklarını" yerine getirirler, "gönülde yatan, orada kalır!." Hakan Şükür de, "adam gibi" adamdır!. Bir insanın "gönlünde yatanı söylemesinden" tabii ne olabilir? Herkes bilir ki; bir Galatasaraylı "Fenerbahçe'nin", bir Fenerbahçeli de "Galatasaray'ın" şampiyon olmasını istemez!. Eskiden, bir Galatasaraylı "Beşiktaş'ın", bir Beşiktaşlı "Galatasaray'ın" şampiyon olmasını "kendileri şampiyon olamayacaksa" isterdi, isteyebilirdi; ne yazık ki Lucescu - Sinan Engin ikilisi, Serdar Bilgili'nin de zaman zaman "destek vermesi ile" bu "gönül dostluğunu" bozdular... Şimdi nerede ise bir Galatasaraylı için "Fenerbahçe ne ise" Beşiktaş da "o" hâline geldi... Bir Beşiktaşlı da, artık Galatasaray'a "böyle" bakıyor!. Tıpkı, Roma'lının "Lazio'ya", Milan'lının "İnter'e", Arsenal'linin "Chelsea'ye", Real Madrid'linin "Atletico Madrid'e ya da Barcelona'ya" baktığı gibi... Ya da "tam tersi..." Bundan normal ne olabilir; sporun rekabetinde bu vardır ve olmaya da devam edecektir!. Hele hele "Galatasaray'ın yöneticisi olan", ama "Trabzonlu olduğunu" her zaman "iftiharla söyleyen" Ergun Gürsoy'un "Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın yerine Trabzonspor'un şampiyon olmasını isterim" demesinden daha tabii ne olabilir? Daha da ileri gidiyorum... Elbette "söyleyemezler" ve de "söylememeliler..." Ama çok iyi biliyorum ki, kim bilir kaç hakemin gönlünden de "aynı şey" geçiyordur!.. "Gönüllerinden geçse bile" hakemlerimiz çıkıp maçları "gönüllerinden geçene göre değil, gördüklerine göre" yöneteceklerdir, yönetmektedirler... Onların "çok hata yapmalarının sebebi", gönülleri değil, "dışarıdan gelen baskılardır!." Medyadan, yöneticilerden, Merkez Hakem Komitesi'nden... Şimdi "biri bana sorsa" ben de "Fenerbahçe'nin şampiyon olmasını istiyorum" desem, söyleyin Allah aşkına "buna inanan olur mu?" Belki bizim aileyi yakından tanıyanlar "Adam kılıbık, eşi Fenerbahçeli, onun için böyle söylemek zorunda kaldı" derler; o kadar!. Eee... Öyleyse Hakan Şükür'e, Ergun Gürsoy'a kızmamızın alemi var mı? Biz, "ille de kötü niyet arayan" kafalara kızalım; sporu "bu kafalar" kirletiyor!.. Oldu mu ya, sevgili Gürcan? Türkiye Spor yazarları Derneği asbaşkanı, Sabah Gazetesi yazarı ve de sevgili kuzenim Gürcan Bilgiç'e geçen haftaki Uluçmarket'te bir mesaj göndermiştim, o mesaj şuydu: "Sevgili Gürcan... Stop... Mensubu olduğun gazetenin ve yazı yazdığın sayfanın müdürüne, o sayfalarda yazılar yazan değerli ağabey ve meslektaşlarına çok ağır hakaretlerde bulunuldu... Stop... TSYD Merkez Yönetimi'nde 'yardımcısı olduğun' Başkan, bu hakaretlere herhangi bir tepki göstermedi... Stop... Ya 'hakaretler haklı idi'; öyleyse onların yönettiği ve yazı yazdığı o sayfalarda hâlâ nasıl yazı yazmaya devam ediyorsun?. Stop... Ya da ve doğrusu 'bu hakaretler fevkalade çirkin ve haksızdı', buna rağmen sesi soluğu çıkmayan bir Başkan'ın yardımcılığı görevini hâlâ nasıl sürdürüyorsun?... Stop... Beni ikna edecek bir cevap verirsen... Stop... Senden özür dilerim... Stop... Sevgiler... Stop... Öcal Uluç... Stop..." Bu mesajıma, sevgili Gürcan, hafta içinde bir yazısının altında cevap verdi. Cevabı şöyle: "Öcal Ağabeyim'e not: Benim gazetem ve arkadaşlarım kendilerine edilecek hakarete cevap verme yetisine sahiplerdir. Stop. Hepsinin kalemi ve dili vardır. Stop. Spor Yazarları Derneği ağlama duvarı değildir. Stop. Mesleğine sahip çıkanların, önce derneklerine sahip çıkmaları gerekmektedir. Stop. Oradaki herkes onurludur. Stop. İstifam emrindedir. Stop." Taraflı tarafsız herkes söylesin; "Gürcan Bilgiç'in cevabının benim mesajımla en ufak bir ilgisi var mı?" Futbol Federasyonu Başkanı Ulusoy'un hem de basın toplantılarında ettiği hakaretlere benim gibi "başka gazetelerde yazıp çizenler" bile tepki gösteriyor da, sen nasıl "onların cevap verme yetileri var" deyip geçebiliyorsun? Böylesine olaylarda "bizler, birlik ve beraberlik içinde" tepki koymazsak, yarınlarda tıpkı senin de "Samsun'da uğradığın saldırıya benzer" olaylar (ki, o olaya da bizler tepki koymuştuk) çoğalmaz mı; aynı mesleğin insanları olarak "böyle tavır koymak" doğal görevimiz değil mi? Üstelik ben, "yapılan hakarete senin cevap vermeni de istemedim" ki; benim derdim, mesajımdan da açık açık anlaşıldığı üzere "bu hakaretlere, TSYD yönetiminin ve Başkanı'nın sessiz kalması ve tepki göstermemesi" idi. "O tepkisizliğe" senin de katılmandı.. Diyorsun ki; "Spor Yazarları Derneği ağlama duvarı değildir." İşte "beni" en çok yaralayan bu cümlen oldu... Ne demek; "Dernek ağlama duvarı değildir" sözü? Üyelerine, hem de basın toplantılarında "hakaretler edilecek" ve dernek yönetimi "Dernek ağlama duvarı değildir" diyerek susacak öyle mi? Hiç mi, Derneğimizin "kuruluş amaçlarını yazan" maddelerini okumadınız? Bu derneğin kurucularından olan ve "benim de bu mesleğe başlamamın yoluna açan ve ilk hocam olan" sevgili baban ve sevgili dayım Necati Bilgiç'e sor bakalım; bu derneği neden kurdular? Ne demek; "Dernek ağlama duvarı değildir" cümlesi? "Derneğin yönetiminin, hakaret gören üyelerini savunmasını, bu hakaretlere karşı koymasını istemek" ağlamak mıdır? İşte, bizi bu yüzden "şamar oğlanına çevirdiler!" "Mesleğine sahip çıkanların, önce derneklerine sahip çıkmaları gerekmektedir." sözüne ise cevap bile vermek istemem; zira dernek üyeliği sürem içinde "bu derneğe nasıl sahip çıktığımı herkes bilir", hoş sen de çok iyi bilirsin ya... "Oradaki herkes onurludur" cümlesini neden ettiğini özür dilerim, anlayamadım; ben mesajımda kimseye "onurlu ya da onursuz" demedim ki... "Oradaki" diyorsun; ben "neredekinden söz ettim" ki? "İstifam emrindedir" cümlesi herhalde "öfke" ile yazılmış; öyle kabul ederek, "istifaların makbûlünün hür iradelerle yazılmış olanlar" olduğunu hatırlatırım!. Sevgili Gürcan, bu meslek ve bu dernek "göz göre göre elden gidiyor"; bu durumu görenlere, "çare bulunmalı" diyenlere öfkeleneceğinize, kırılacağınıza, onların "çığlıklarına, uyarılarına, seslerine kulak verin, el verin, destek verin!.." Eğer mesleğinizi ve derneğinizi seviyor ve ona sahip çıkmak istiyorsanız!. Ben 68 yaşındayım; bu meslekten ve dernekten "hiç bir beklentim yok"; ama hâlâ "meslek için, dernek için" mücadele heyecanım var, azmim var, gücüm var; bunu da çok mu görüyorsunuz? Yozlaşma!.. Eğer Ali Şen'in ve Fenerbahçe'nin baskısı ile Ahmet Güvener Merkez hakem Komitesi'nin başından ayrılmasa idi, bugün Türk hakemliği çok daha iyi yerlerde olurdu!. Hilmi Ok'un başkanlığı döneminde başlayan "yozlaşma", Bülent Yavuz döneminde zirveye vurdu!. Hilmi Ok'un "İstanbul büyük kulüplerinden ve İstanbul medyasından gelen baskılara boyun eğen" yönetimi, "hakemleri en ağır hakaretler karşısında bile ortada bırakan tutumu", Bülent Yavuz'un dosta da düşmana da "güven vermeyen" yönetim çizgisi, sonunda ortaya "şamar oğlanına döndürülen" bir hakemlik müessesesi çıkardı!. Kimselerin inanmadığı, güvenmediği bir müessese ve bu sebeple liglere de "şaibeli" damgasının vurulmasına yol açan bir "düzensizlik" düzeni!. Duyuyorum ki, Federasyon ve Merkez Hakem Komitesi, onların anlı-şanlı başkanları, "sanki kendi yönetimleri" çok iyi hâlde imiş gibi, Hakem Derneği'ne de el atmaya çalışıyorlarmış... "Kendi adamlarını" derneğin başına geçirmek için kulise girmişler!.. Temenni ediyorum ki, bu iddialar "doğru olmasın" ve hakemler "hür iradeleri ile" başkanlarını seçsinler!.. Futbol Kanunu'nda yapılacak "yeni değişiklikler" ile, Merkez Hakem Komitesi'ni "federasyon içinde özerk bir yapıya kavuşturma" adımları atılırken, "Dernek seçimi" büyük önem kazanıyor!. Eğer "Ulusoy'un ve Yavuz'un adamı rolünde görülenler" seçimi kazanırlarsa, "Kanunda hangi değişiklik yapılırsa yapılsın" bu değişiklik "mevcudu ve fiili durumu değiştiremeyecek!." "Özerk" MHK, gene "Ulusoy'a bağlı olacak" ve muhtemelen başında da "bu defa seçimle gelerek" Bülent Yavuz bulunacak!. Tabii, Ulusoy, "Bülent Yavuz'u istemezse", o başka... Aksi halde, "eski hamam, eski tas!.." Hakemlerin "bu gerçeği de görerek" oylarını kullanmaları gerek; "ya baskıya ya hürriyete oy verecekler!." Haberleri ola!.. Nihayet uyandılar!.. "Galatasaray eşittir Bizans mı?" başlıklı yazımda vermeye çalıştığım "Galatasaray yönetimi, Hagi'nin ve dolayısı ile Ergun Gürsoy'un arkasında olduğunu, yönetim içinde birbirini yiyen kişi ve grupların bulunmadığını, bir birlik gösterisi içinde ortaya koymazsa, Galatasaray bugünden de kötü durumlara düşecektir" mesajının üzerinden 3 gün geçmeden, Galatasaray yönetimi toplandı, tartıştı ve hem de "bu konuda hakkında bin bir türlü iddia üretilen" Turgay Kıran aracılığı ile açıklama yaptı: "Hagi'nin arkasındayız. 100. Yıl'da teknik direktörümüz Hagi'dir!." İşte mesele burada... Yarayı "kangren olmadan" tedavi edeceksin, hatta kesip atacaksın; yoksa yarınlarda "kesip atmak da kurtarmaz!." "Uyanan" Galatasaray yönetimine ve bu arada özellikle Canaydın - Gürsoy - Hagi üçlüsüne bir mesajım daha olacak: "Ya gece kuşlarını bir an önce adam edin, ya da Galatasaray'ı gece kuşlarından temizleyin!." Bu arkadaşlar, magazin basınında bol bol "skandal" haberleri ile "manşet" oluyorlar ama, spor basınında bıraktım manşeti "3-4 sütunluk" haber olacak kadar "iyi işler yapamıyorlar!." Sahada bitkinler, ama kabadayılar, cezalar, kartlar yığınla, sezonun nerede ise "dörtte üçünde" sakatlar, peki Galatasaray'a, takıma "faydaları ne ?" Üstelik, "yarınların milli kalecisi olacak" bir genci de peşlerinden sürüklüyorlar... Ve huzurlarınızda mevsim başının o "müthiş" kalecisinden, Denizli maçında "hata üstüne hata yapan" Aykut'a uzanan tablo!.. Kendilerine de, arkadaşlarına da, takımlarına da yazık ediyorlar... Hem de çok yazık... Bunca "uyarıya" rağmen "huylu huyundan vazgeçmiyor!." Öyleyse, "ısrar niye?" Hoppala!.. "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" derler!.. Beşiktaş ile Fatih Terim'in adları son günlerde sık sık "yan yana geçer oldu!." Hadi Beşiktaş'taki "Galatasaraylı" merakını ve modasını anlıyorum da, Fatih Terim'in "suskun kalmasını" anlayamıyorum!. "Sürekli olarak yaptığı benzer hatalarla" Beşiktaş'a şampiyonluğa mâl olacak golleri yediren (Kulakların çınlasın sevgili Ferdi Leflef) Emre'nin bile "Beşiktaşlı olmasını" Galatasaray'a karşı "zafer" sayan Beşiktaşlılar, eminim ki "Terim'i de takımın hocası görmek için" can atıyorlardır!. Amma... Benim tanıdığım Terim "akıllı adamdır!." Sanıyorum ki; Lucescu'yu "Beşiktaş tarihinin en büyük hocası" ilân edenlerin, bugün onu "ne hâle düşürdüklerini" görerek, "böyle bir görevi kabul etmez!." Galatasaray'da başına gelenleri, bu defa Beşiktaş'ta yaşamak istemez! O, "dışarda bir takımı çalıştıracaktır!." Bakalım zaman ne gösterecek?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.