''Riekerink’in ‘yarışmacı hocalıktaki yeteneği aylardır test edilmişken”, kendisine “Sen altyapıya” denilip, bir “genç ve iddialı hocayı” iş başına getirmekte biraz geç kalmadınız mı?''
Daha Galatasaray takımı oyunun başlamasıyla sahaya yayılınca, “Bu Hoca, Urlaspor’a bile hocalık yapamaz, Bruma’yı Sneijder yapan, orta sahayı futbol tekniğinden nasibini zerre almamış, pas özürlüsü Tolga ve De Jong’a teslim eden bir hocaya ‘hoca’ demem ben!..”
Yanımda oturan “Fenerbahçeli” dost Fahrettin güldü; “Mehmet Özbek’i, Nazif Leventoğlu’nu Urlaspor’a yönetici yapar mısın, Öcal abi, suç Riekerink de mi, yoksa onun hâlâ arkasında duranlarda mı? Bak, Galatasaray’a saygımdan bu ikiliye Dursun Özbek’i katmadım, ama sen de biliyorsun ki, balık baştan kokar!..”
Şimdi doğrudan Başkan Dursun Özbek’e soruyorum; “Duran toplarda hava ve kafa özürlü bir geri dörtlün varken ve yediğin hava / kafa gollerinin sayısı çift rakamları aşmışken, ocak ayı transferinde bu zafiyeti ortadan kaldıracak transferler yerine, kadro kenar adamı kaynarken, gidip bir kenar adamı daha transfer etmek, stoper için kısa boylu sayılacak bir defans oyuncusuna onca milyon avroyu vermek, hangi aklı evvel futbol yöneticisinindir, söyler misiniz Başkan? Dahası, De Jong ve Serdar Azizlerin bonservislerine ve kendilerine onca milyon avroları kimler saydırdı? Yoksa, sizden önceki Başkan Duygun Yarsuvat’ın, ‘Galatasaray’ın malı deniz, yemeyen keriz’ sözü hâlâ uygulamada mı?..”
Acıdım Kayserispor maçından sonra, taraftar beyaz mendil sallarken gazetecilere açıklamalar yapmaya çalışan İkinci Başkan Cengiz Özyalçın’a; hâlâ “Gelecek sezon çok iyi işler yapacağız. Zor durumda göreve geldik. Mali durum ortada…” diye büyüklere masallar söylemeye çabalıyordu.
Galatasaray yönetimi içinde “futbolu en iyi bilen” Özyalçın da çok iyi biliyor ama açık açık söyleyemiyordu ki; sadece Rodriguez’e ve Ahmet Çalık’a verilen paralarla, kapı gibi sağlam iki stoper alınırdı, kuzey ülkelerinden ya da Afrikalardan. Ama alınmadı. Koca bir “Ocak ayı arası” geçti, Riekerink’in ‘yarışmacı hocalıktaki yeteneği aylardır test edilmişken”, kendisine “Sen altyapıya” denilip, bir “genç ve iddialı hoca” iş başına getirilmedi. Sadece “bunlar yapılsa idi”, Galatasaray’ın kasasından “çıkandan daha fazla para çıkmaz” ve bugün Türkiye Kupası’ndan elenilmemiş, Karabükspor, Kayserispor felaketleri olmamış ve Süper Lig’in belki de liderliğine oturulmuş olunurdu!..
“Şaşkın” bir hoca, “takım içi disiplini sağlayamamış”, bu arada, bir-iki maçta “onun beklediğini veremeyen” oyuncular, bozuk para gibi harcanmış, bugünlere “torba kadro, çorba sistem” ile gelinmiş, en büyük şans da, şampiyonluk yolundaki rakiplerin ikramı ile “ayağa geldiği halde”, Kayserispor’dan hem de Arena’da “iki kafa golü yenilerek” kaçırılmıştı.
Böyle bir hocayla devam etmek, “başkanın ve yönetimin kendi ayaklarına kurşun sıkmaları” demekti. Ne var ki, futbol takımından sorumlu “kardeş” ve “yeğen” yöneticiler “önlerine geçecek” hoca yerine, “bir koyun itaati içinde ellerinin altında olacak” bir teknik adam istedikleri için, o kurşun göz göre göre sıkıldı ve Galatasaray bu hâle düştü.
Haftalardır kaç meslektaşımla beraber yazıp geldik, en son geçen hafta “Kayserispor, Rizespor maçları sonrası iş işten geçmişse ne olacak” diye yazarken, yenilgiden sonra bile “yeğen” Nazifoğlu, bütün Galatasaraylılarla adeta dalga geçiyordu; “Hocamızın arkasındayız!..”
Ben dün sabah bu yazıyı yazarken, “Riekerink’in işine son verildi, yarın resmen açıklanacak” haberlerinin olduğu gazeteler önümde duruyordu.
Bilmiyorum; pazar gecesi “Hocamızın arkasındayız’ diyen Levent Nazifoğlu, “bu sözünü tutup”, büyük hata ve yanlışlarının bedelini ödemek üzere, “her onurlu insanın yapması gerekeni yapıp”, istifasını Başkan’a verecek mi, yoksa “Para tatlı, göreve devam” mı diyecek?..