Oh!.. Dünya varmış... Hepsi rahatladılar!.. Başta, "Galatasaray'ın 4 oyuncusuna kırmızı kart gösteren" ama, "Fenerbahçeliler'e sarı kartı bile göstermekte hasis davranan" Ali Aydın olmak üzere!.. Sonra... "Fenerbahçe medyasına, müdürüyle, yazar-çizeriyle verdiği yemekte", dobra dobra "Bu Galatasaray'ı teşhir edin, üzerine gidin, yazın, çizin, durdurun" diye talimat veren, bu arada da Futbol Federasyonu'ndan "garanti aldığını" açıklayan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım!.. Sonra... "Fenerbahçe medyasının yani İstanbul medyasının ağır baskısı altında olan" Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy ve Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz!.. Sonra... Adım adım "olayları, hakemleri ve bu arada da Ali Aydın'ı bu noktaya taşıyan" sevgili Erman Hoca gibi "hakem yorumcuları!.." Sonra... "Galatasaray'ın arayı açmamasını ve Fenerbahçe'nin de yarışa dahil olmasını isteyen", bunu birer "tiraj - reyting - reklam - okuyucu - seyirci malzemesi olarak gören" TV'ler, gazeteler!.. Bugüne kadar görülmedik bir şekilde, maçtan yarım saat sonra, daha yazılmamış "gözlemci" raporlarında "hakeme 9.5-10 numara verildiğini" müjdeleyen haberleri yayan medyamız!.. Sonra... Özel olarak Fenerbahçe ve Beşiktaş medyası... Sonra... Daha fazla devam etmeden, analiz edelim, yorumlayalım!.. Herhangi bir psikologa gidin... Fenerbahçe - Galatasaray maçından önce, yazılı ve görüntülü basınıyla, yorumcuların yazı ve açıklamalarıyla, Fenerbahçeli yöneticilerin konuşmalarıyla, "karşılaşmayı yönetecek hakem" Galatasaray'ı budamaya nasıl hazırlandı, "bilinçaltı" nasıl dolduruldu, belgeleriyle önüne koyun... Buna "Galatasaraylı Ali Aydın.. Galatasaraylı Ali Aydın..." çığlıklarını da ekleyin... Ali Aydın'ın "10 gün önceki bir maçta iki Fenerbahçeli oyuncuya kırmızı kart gösterdiğini" ve kıyametin koptuğunu da ilave edin!. Size diyecektir ki; "Böylesine bir beyin yıkama ameliyesi ve böyle bir hava içinde, Ali Aydın'ın bilinci de, bilinçaltı da, bir ömür boyu damgalanmaya devam edeceği 'Galatasaraylı' iddiasından kurtulmak için, eline geçen bu fırsatı değerlendirecek ve elbetteki, sarı-kırmızılılar aleyhine en sert düdükler çalınır ve kararlar verilirken, sarı-lacivertliler kollanacaktır!. Böyle bir tavır, sadece Ali Aydın için değil, her normal insan için geçerlidir!." İşte bu yüzden, Fenerbahçeliler'in yaptığı "benzer hareketler görüldüğü halde es geçilirken", Galatasaraylı Emre'ye "doğrudan kırmızı kart" çıkmış, Hasan Şaş "sebepsiz" oyundan atılmış, "Oktay'a çıkarılmayan" sarı kart yüzünden, bu olayın devamı Bülent'in "kırmızı kartına kadar" uzanmıştır!. Olaylarda Anderson'un, Serhat'ın ve Oktay'ın tahrikleri hiç nazarı itibara alınmamış, "hak ettikleri sarı kartlar" gösterilmemiştir!. Ve "gördüğünü çalar" denilen bir hakem, nedense "çalacaklarını görmemiştir!." Ve "böylece" sonunda Ali Aydın "Galatasaraylı olmadığını" ispat etmiştir!. Ve de, dikkat ediniz; Liverpool'un istatistikçisi Hasan'ın atılmasından sonra, "Böyle komedi olamaz, bu nasıl hakem?" diyerek stadı terk etmiştir! "Maçtan önce" aynı hakem için "Galatasaraylı" diye kıyametleri koparan "Fenerbahçe medyasının anlı-şanlı yazar - çizerleri" de, maçtan sonra "Ali Aydın'ı göklere çıkaracak" kadar "vicdani zaafiyet göstermişlerdir!." "Benzer çifte standardı" bir başka yönden, Erman Hoca dahil, "bazı hakem yorumcuları" da yapmışlardır!. Galatasaray'ın "başka takımlarla yaptığı maçlarda", Galatasaray'ın lehine olarak yorumladığı "sadece ve sadece bir kart yüzünden" o maçların hakemlerini TV ekranlarında "ipe çeken" Erman Hocam, "kesip arşivime koyduğum" yazısında Ali Aydın'ın "gösterdiği ve göstermediği kaç tane yanlış ve hatalı kartın" çetelesini açık açık yazıp da, sonunda hakem için hâlâ "gördüğünü çalar, ona 6.5'tan 7 verdim" diyecek kadar, çifte standartlıdır!. Aynı hakem, "aynı şekilde", bir Galatasaray-mesela Ankaragücü maçında, "aynı şekilde bazıları hatalı ve yanlış takdirlerle 4 Ankaragüçlü oyuncuya kırmızı kart gösterse ve Galatasaraylı oyuncuların hak ettikleri kartları ise göstermese", kim bilir Erman Hocam, Maraton Programı'nda neler söylerdi? Erman Hocam, "kasıtlı olarak topun elle kesilmesinde gösterilmesi gereken" sarı kartı göstermeyen hakem için bile "gollük akın değildi ki" diyecek kadar "tarafsız(!) olduğunu ortaya koyarak", sanırım "Oh be dünya varmış" diyenlerin başında yer aldı!. Ya Bülent Yavuz?. "Bizdendir" diyen bir kulüp başkanı ile, hakemlerin sahadaki kararları arasına sıkışıp kalan Merkez Hakem Komitemizin başkanı, "bu maç" ile, "bir taşla birkaç kuş birden vurdu!." "Galatasaray kollanıyor" iddialarını yayan merkezin bu ithamlarının iyice azalmasına yol açacak "4 kırmızı kart" olayının, bir başka yararı da, "Futbolda, hakemlerin de karıştığı şike-müşterek bahis" iddialarını gölgelemesi ve gündemin alt sıralarına düşürmesi oldu!. Yoksa, "Galatasaray kollanıyor" yaygarası yapan "Fenerbahçeli medya", şike-müşterek bahis olayıyla "onun üstüne çok gelecekti!." Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy için de "aynı" gerekçeleri yazmamız mümkün!. TV'ler ve gazeteler için fazla şey yazmaya gerek yok; "Galatasaray'ı durdurun, yarış lig sonuna kadar devam etsin: Tiraj-reyting yarışı böyle gerektiriyor" zihniyetinin, "işin gereğinin yapılması yolunda" spor servislerini yönlendirdiğini bilmeyen yok!. Yalnız, "Beşiktaşlı" bildiğimiz yorumculara bir ip ucu verelim: "İş", sadece "Galatasaray'la sınırlı kalmıyor!.." Dikkat edin; "Beşiktaş idmanlarındaki küçük olaylar" bile nasıl büyütülüyor ve oyuncular arasına nifak sokulmak için neler yapılıyor? Tümer'in aile hayatını etkileyecek ve "Beşiktaş'ın en iyisini bunalıma sokacak" provokasyonun arkasında "nelerin ve kimlerin olabileceği" hiç düşünüldü mü? Lafı fazla uzatmayalım; Lucescu'nun "güvercin yürek" olması, takımını "Fenerbahçe maçına iyi hazırlayamaması", gerginleşen maçın yükünü taşıyamayacağı görülen futbolcuları değiştirememesi, "sahadaki kıyımı seyretmesi" de, "bütün yukarıda yazdıklarıma eklenince", çok yıllar önce "gene" Galatasaray'ı durdurmak üzerine kurulmuş ve başarıya ulaşmış olan "tuzak" yenilendi!.. Hatırlayın... "Üst üste 3 şampiyonluk kazanan" ve açık ara dördüncüye koşan Brian Birch yönetimindeki Galatasaray, "Bunlar mutlaka durdurulmalı, yoksa bir daha yakalamak mümkün olmaz" çığlıkları arasında, Bolu'da "aynı tuzağa düşmemiş miydi?" Neyse ki, bu defa "hocaları ve takımın yarısından fazlasıyla" mahkeme salonlarına düşülmedi!. Galatasaraylılar buna da şükretsinler!.. "Geliyorum" diyen tehlike!.. Kimse kızmasın, gücenmesin; defalarca yazdık, gene yazacağız!. Bu ülkede "vergi kaçıran herkese ve her müesseseye ceza vardır" ama, nedense "kulüplerimiz", Türkiye'de "profesyonel futbolun oynanmaya başladığı günden beri", vergi kaçırmanın her yolunu denedikleri halde üzerlerine gidilmez; hoş görülür, kollanır, korunur!.. Önce Milliyet'te, "ekonomi bölümlerinin birinde" çıkmış... Ben ise, sevgili Hürol Bilal'in Yeni Şafak'taki yazısından öğrendim!.. Galatasaray'ın ve Fenerbahçe'nin "onlarca trilyon vergi borçları, cezaları" varmış... Diğer kulüpler de denetleniyormuş, "onlara da daha küçük çapta ödemeler çıkarılacakmış!.." Biz öyle kulüpler biliyoruz ki, "milyon dolarlar ödedikleri" oyuncuları, resmi makamlara verdikleri belgelerde "nohut-çekirdek parasına transfer ettiklerini" yazdılar!. İçlerinde "primleri bile vergilerini vermemek için, oyunculara borç verilmiş gibi gösterenler" çıktı!. Bu yüzden "alacaklı olan" oyuncuların "resmi evrak üzerinde" hatta kulübe "borçlu çıktıkları" bile oldu!. Kısacası, "kulüplerin bir resmi defteri, bir de tezgah altında özel defteri olduğunu", Türkiye'de sokaktaki çocuklar bile biliyordu ama "Futbolumuzu koruyalım" gerekçesiyle Maliye, kılını kıpırdatmıyordu!. Bu yüzden de, kulüpler "büyük borçlar altına giriyor",ama bu borçlar "resmi defterlerde" çok küçük görünüyordu!. Ne zaman ki "değirmene su yetişmemeye", çarklar durmaya ve kulüplere hacizler yağmaya başladı, akıllar başlara geldi!. Bu ülkede "kulüplerini yüz trilyonluk vergi ve ceza borçlusu durumuna düşüren", ama hâlâ "övgüler yağdırılan" başkanlar, yöneticiler var! Medyanın "birinci sayfalarında, TV ekranlarının haber bültenlerinde" böyle hareket eden "iş adamları ve onları kollayan siyasetçiler, bürokratlar" her Allah'ın günü "hortumcular, kaçakçılar" diye teşhir edilirken, "temiz kalması gereken" spor sayfalarında, spor ekranlarında "tık yok!.." Bir-iki spor yazarı hariç, bakan yok, yazan yok, "ne yapıyorsunuz" diyen yok!. Hâlâ, "en büyük başkan Faruk Süren... Mehmet Cansun... Aziz Yıldırım!.." Ve düne kadar, "gerçekleri saklamaya, örtbas etmeye çalışan" ilgililer, yetkililer!.. Nihayet "gerçekleri görüp", olayın üzerine giden yetkilileri kutluyorum!. "Sorumsuz" yöneticilerin "batak hale getirdiği" kulüplerin kurtuluşu, "devletin ciddi denetiminden geçiyor!." Yoksa , iki yıl sonra denetimi FIFA'lar, UEFA'lar yapacak ki, "eğer bugünden tedbir alınmazsa" yandı gülüm keten helva!. Bir puanın hesabı!.. Çok yorumcu Galatasaray'ın Liverpool'dan aldığı bir puanın "grup maçlarının sonucuna nasıl tesir edeceğini" konuşup, yazıyor!. Elbette ki, bu yorumlar ve hesaplar yapılacak!. Ama, ben bir başka yorumu gündeme getireceğim: "Bu bir puanda kimin, ne kadar payı var?" "En çoktan, en aza doğru" bir sıralama yapayım: 1.Mondragon... 2.Galatasaray takımının maçta varını yoğunu sarf eden oyuncuları... 3.Şans faktörü ve Galatasaray kalesinin direkleri... 4.Liverpool'un Owen, Heskey ve Murphy başta olmak üzere olan "beceriksiz" oyuncuları... 5.Lucescu'nun tertip ve taktiği... 6.Phil Tompson'un tertip ve taktiği... Şimdi, "bir puanda, yukarıdaki faktörlerin payını tespite başlayalım" bakalım ortaya ne çıkacak? Yüzde 35 pay, Mondragon'un!.. Yüzde 25 pay, Galatasaraylı oyuncuların... Yüzde 15 pay, şansın ve Galatasaray kalesinin direklerinin... Yüzde 15 pay, Liverpoollu beceriksizlerin... Yüzde 5 pay, Lucescu'un tertip ve taktiğinin... Yüzde 5 pay, Phil Thompson'un tertip ve taktiğinin... Ben, paylaştırmayı "böyle" yaptım; isteyen istediği gibi yapabilir!. "0-0 üzerine", Lucescu için gene "dahi" şarkıları söyleyenlere ya da söylemeye hazırlananlara duyurulur!. Bu nasıl iş? "Tahrikçi" Serhat'a karşı kafa ve saç çekme ile müdahale eden Batista ve Hasan Şaş'a "2'şerden toplam 4 maç ceza" var!.. Ama, hakeme "kendi itirafı" ile "Allah belanı vermesin" diyen Yusuf'a (ki belki de çok daha ağırını söyledi; zira raporlara atfen ilk açıklamalar öyle idi.), alkışlayarak hakemi "küçük düşüre düşüre kırmızı kart gören" Bülent'e ceza yok!.. Ve, hakem dernekleri, Merkez Hakem Komitesi'nin anlı şanlı başkanı, "böylesine bir çifte standarda" seslerini bile çıkarmıyorlar!. "Hakeme hakaret sayılması için" acaba "yüze mi tükürmek gerek?" Bir Federasyon düşünün ki, onun Disiplin Kurulu, "böylesine garip kararlarla, bizzat kendisinin bile hakemleri ciddiye almadığını" gösteriyor!. Serhat'a yapılan "suç"... Ali Aydın'a ya da onun yardımcısına yapılan hakaret ise; "sayılmaz!." Bu işe ne dersiniz, "benim anlı şanlı hakem yorumcularım?" Federasyonun Disiplin Kurulu bile hakemleri "öylesine ciddiye alırsa", futbolcuların, teknik direktörlerin, yöneticilerin, spor yazarlarının ve de futbol yorumcularının "hakemlere saygısı" kalır mı? Bizzat hakemlerin "kendilerine saygısı" kalır mı? Bir düşünün bakalım; haksız mıyım? İnşallah doğru değildir!.. Türkiye Spor Yazarları Derneği'nde seçimlere iki ay kaldı!.. Şimdiden kulislere "bazı iddialar ve dedikodular" yayılmaya başladı!.. "Bazıları" hayıra alamet, bazıları ise "kabulü zor" emrivakilere işaret!. Şubelerdeki hareketlilik, TSYD'nin sağlıklı yolda yürümekte olduğunu gösterirken, "genel merkezle ilgili bir söylenti" doğrusu ya, hoşa gidecek cinsten olmadı!.. "Başkanlık için" derneğin en tepesinde bir "al gülüm-ver gülümden" bahsediliyor!. Yıllar önce, "derneğin başkanlığı kulisinde ve seçimlerinde bugünün başkanını destekleyenlerin ve etrafında toplananların haberi bile olmadan" böyle bir "koltuk tayini yapılmış ise", doğrusu ya, fikri bile sorulmamış ve bu yüzden tam tabiri ile "iyot gibi açıkta bırakılmış biri" olarak, "böyle bir emrivakiyi kabul etmem mümkün değil!." Benim gibi "bir çok arkadaşım" da inanıyorum ki, böyle "kapalı kapılar ardında yapılan bir pazarlığı" kabul etmeyecektir!. "Duyduklarıma inanmak istemediğimden" ve "doğru olmamasını temenni ettiğimden", şimdilik "isim-cisim-gerekçe" yazmayacağım!. Eğer, "temenni ve beklentilerimizin aksine", böyle bir emrivaki gündeme oturursa, o zaman bizim de "söz hakkımız olacaktır!." TSYD, "kapalı kapılar ardında koltuk alış verişlerinin ve veliaht tayinlerinin geçerli olacağı" bir dernek olamaz!. Biz gazeteciler, meslek teşekküllerimizde "herkese örnek olmak" durumundayız!. Ve de "örnek olmanın gereğini" yapmalıyız!. Dedim ya; inşallah bir "veliaht tayini" yoktur ve dernek seçimleri, "üyelerinin hür iradeleri ile yapılır!." TSYD, bunu yapacak ve başaracak güçtedir!. Tebrik!.. Başta okuyucularım olmak üzere, bütün meslektaşlarımın ve spor camiasının mübarek Kurban Bayramı'nı kutlar, başarı, sağlık ve mutluluk dolu günler ve nice bayramlar dilerim.