Bilmem ki, hiç "Ekaterina Atalık" adını duydunuz mu?.. O, bir Rus kızıydı. Rusya'nın doğusunda bulunan Kirov kentinde doğmuştu, 5 yaşında satranca başladı, birçok kategoride Rusya şampiyonu oldu, 16 yaşında "Uluslararası Usta", iki yıl sonra da "Büyük Usta" unvanını aldı. 21 yaşında Türk büyük usta Suat Atalık ile evlendi ve "Türk vatandaşı" oldu!.. Onunla beraber Türkiye'nin satrançta "iki tane büyük ustası olmuştu"; biri kadınlarda, biri erkeklerde; Atalık çifti!.. İşte bu Ekaterina Atalık, 24 yaşında iken, geçen hafta Kuşadası'nda düzenlenen "7. Avrupa Bireysel Satranç Şampiyonası'nda, güçlü rakiplerini geride bırakarak, 8.5 puanla birinci oldu" ve satrançta Türkiye'ye tarihinde ilk defa bir Avrupa Şampiyonluğu kazandırdı!.. Bilmem ki, bu satırları okuyan okuyucularımdan kaç kişinin "bu büyük başarıdan haberi var?.." Kaç okuyucum, Türkiye basınında bu haberi okuyabildi, kaç okuyucum, Türkiye televizyonlarında bu haberi duyabildi?.. Satranç gibi "üst düzey" bir "beyin - zeka - akıl" sporunda, Türkiye'ye Avrupa Şampiyonluğunu getiren bu genç kadınla yapılmış bir röportaj okudunuz mu ya da duyabildiniz mi, görebildiniz mi?.. Onu bıraktım, 1996 Menorca-İspanya, 14 Yaş Altı Dünya İkinciliği, 1997 Tallin-Estonya 16 Yaş Altı Avrupa Şampiyonluğu, 1998 Erivan-Ermenistan 18 Yaş Altı Dünya Üçüncülüğü, 2000 Dünya Üniversiteler arası Bireysel Satranç Şampiyonası Üçüncülüğü olan ama "asıl büyük sıçramasını" göğsünde "ay-yıldız" olarak Kuşadası'nda, "şurada burnumuzun dibinde" ve kendi ülkemizde "2006 Türkiye Avrupa Bayanlar Şampiyonu olarak" yapan bayan Atalık'ın bir resmini, bir kare görüntüsünü gazetelerimizde, TV'lerimizde görebildiniz mi?.. Ama, aynı Kuşadası'nda, bilmem kaçıncı sınıf bir mankenimiz ya da bir güzel şarkıcımız, bilmem kaçıncı sevgilisinin yanında "bir frikik verseydi", gazetelerimizin, TV'lerimizin bir tanesi dahi, "bu müthiş olayı" atlar mıydı; kim bilir gazetelerimizde ne fotoğraflar görür, TV'lerimizde "hangi görüntüler" günlerce ve gecelerce "tekrar ve tekrar" verilip dururdu?.. Bitmedi, sevgili okurlarım, bitmedi; "anlı ve de şanlı" medyamın "büyük gazetecilik" yarışındaki "başarıları" bitmedi!.. İşte "taze taze" bir örnek daha!.. Günlerdir ve gecelerdir, gazetelerimizin spor sayfalarında, TRT dahil, TV'lerimizin spor programlarında bitip tükenmeden, "Efendim, o anons neden yapıldı, o anons yapılmasa o olaylar olmazdı, Manisalılar çok ayıp etti" haberlerini ve yorumlarını okuyor, dinliyoruz!.. Elbette "o anons" yapılmamalı, elbette olmamalı idi; ama benim medyam günlerdir, sanki "Böyle bir anons ilk defa Manisa'da yapıldı, bu da seyirciyi çileden çıkardı ve olaylara sebep oldu" havasını vermek için elinden geleni ardına koymuyor!.. Biz Ali Sami Yenlerde, İnönülerde, Saracoğlularda "neler yapıldığı" sanki bilmiyoruz!.. O statların hoparlörlerinde, "Yürü yavrum yürüler" ya da "ölüm marşları" çalınmadı mı, o statlarda çok affedersiniz "sidikli, gübreli torbalar" rakip taraftarların altına, üstüne konmadı, atılmadı mı?.. "PKK'lılar" tezahüratları yapılmadı mı?.. Benim medyamın "kulüpçü" yazar - çizerleri, yorumcuları, İstanbul'daki şiddet olaylarını adeta "ahvali âdiyeden sayıp", kimsenin umursamayacağı bir duruma gelirken seyretmedi mi?.. "Üç büyüklerin herkese örnek olması gereken taraftarları ve seyircileri" her türlü çirkefi tribünlere getirirken, kulüp kulüp bölünerek, "Senin ki de şöyle yaptı" karşılaştırmaları ile korunup ve kollanmadı mı?.. Hâl böyle iken, birdenbire "Manisa'da bir kendini bilmezin yaptığı bir hataya böylesine takan" ve "stadı harap eden" bir büyük takım taraftarı için "hafifletici sebep" oluşturmak adına günlerce uğraşan benim medyam, bilmem ki Antalya'daki "spor faciasından" neden yeterince ve gereğince söz etmedi?.. "Manisa'da 3 - 5 kaşın yarıldığı olayı" bu kadar büyüttü de, "3 cana, 2 ağır yaralıya mal olan" Antalya'daki olaya eğilmeye gerek görmedi?.. Türk sporunda "güvenliğe, cana, kana hemen hemen hiç önem verilmediğini", sporumuzun "Ko gitsin rahvan" zihniyetiyle yürütüldüğünü ortaya koyan bu olay için, kaç tane "ciddi yazı ve yorum okudunuz ya da duydunuz" sevgili okurlarım, benim medyamda!.. Yanındaki gencecik arkadaşının "hemen hemen hiçbir tedbir alınmamış" bir pistte bilmem kaç yüz kilometre hızla seyirciler arasına dalan yarış otomobilinin altında kalmasından sonra, "İbrahim gitti, İbrahim gitti" diye feryat eden gencin "saatlerce unutamadığım" sesi, ölenlerin babalarının, analarının, kardeşlerinin, eşlerinin, çocuklarının acısı ve matemi, bizleri, bıraktım "Song efendinin Rizespor maçında zedelenen dizi kadar" demeyi, "birkaç satır yazacak ya da yorumlayacak kadar" da mı, ilgilendirmiyor?.. TV'lerde gördüğüm kadarı ile olay, bizlere tam bir "Cinayeti gördüm" senaryosu yazdıracak cinsten!.. "Güvenlik olarak", o hızla giden otoların yarıştığı pistten, binlerce seyirciyi ayıran "sadece" bir tel örgü!.. Bu işle ilgili Federasyonumuz ve onun anlı - şanlı Başkanı "maalesef" son yıllarda hemen hemen bütün mesaisini Formula 1'in büyüsü, onun kulisi, onun kazanç - kayıp blânçosu, "onun pisti ile ilgili" iddiaların kaosu içinde geçirdi!.. Sanırım bu yüzden, "Oto sporlarında Türkiye'de neler oluyor, nasıl oluyor" konusuyla pek ilgilenemedi!.. Sorular açık: Yarışları tertipleyen kulübün "pist güvenliği dahil, birçok eksiği olduğu ama oy kaygısı sebebi ile, bu kulübe lisans verildiği" iddia ediliyor, doğru mu?.. Türkiye Şampiyonası düzenleyebilmek için kulüplerin daha önce, en az 3 ayrı ilde yarış düzenlemek zorunda oldukları, bu yarışları Türkiye Otomobil ve Motor Sporları Federasyonu'nun denetlemesi gerektiği, ne var ki Federasyonun bunu ciddi olarak yapmadığı, talimatların istediği yeterlilikte organizasyonlar yapmayan, yapamayan kulüplere Türkiye Şampiyonu organize etme hakkı verildiği ve sonunda "böyle facialara davetiye çıkarıldığı" iddiaları yaygın, doğru mu?.. Düz pistlerde yapılan yarışları seyredenlerin, güvenlik tedbiri olarak pistten en az 25 metre uzakta tutulmaları ve pistin etrafının beton bariyerlerle çevrilmesi gerektiği belirtiliyor, doğru mu?.. Bazı yarışmacıların, "pist yarışlarının facianın olduğu en hızlı kategorisinde, yarış pistinde gerekli güvenlik önlemleri olmadığı için yarışmak istemedikleri" söyleniyor, doğru mu?.. Federasyonu Başkanı Mümtaz Tahincioğlu ise, seyredenlere göre "hatta ucuz bile atlatılan" olay için diyor ki: "Kazanın tüm boyutları ile soruşturulması için Antalya'ya ekip gönderdik. Gerekli güvenlik önlemlerini aldık. Fakat seyirci heyecanı da bazı kuralları aşıyor. Her yarışta seyirci güvenliği için tedbir alınır. Drag yarışları Türkiye'de 10 senedir yapılıyor. Biz bu sporu caddelerden uçak pistlerine çektik. Ama bu yarışlarda tedbir hiçbir zaman yeterli olmayabilir." "Bu kafadaki" bir Federasyon Başkanının "gönderdiği" ekibin yapacağı soruşturmaya ve vereceği rapora inanmak çok zor olacak!.. Ey benim Spordan Sorumlu Başbakan Yardımcım, ey benim Gençlik ve Spor Genel Müdürüm, "bu facianın, bu rezaletin soruşturmasını" sizler yaptırınız; Başbakanlık Denetleme Kurulu müfettişleri yapsın, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü müfettişleri yapsın!.. Sizler Türk sporunu, Türk spor severini böyle facialardan koruyacak tedbirleri denetletiniz ve hesap sorunuz ki; bu "önemli ve zorunlu" görev, "Antalya'da alınmadığı açıkça belli olan" tedbirin üstünü, "Hiçbir tedbir bazen yeterli olmayabilir" diyerek "örtmeye çalışacağını gösteren" federasyon başkanlarının elinde kalmasın!.. Lütfen!!!